5.11.2009

Bobiler'den internet sansürüne karşı Taksim'e sanal yürüyüş.

"internette sansürü protesto için taksim'e çıkılmasına. 1 milyar kişi olduktan sonra pıt pıt pıt tbmm'ye yürüyecegiz." diyor bobiler. Süper fikir, sanal bir sansürü protesto için sanal bir ortamı kullanmak. Ama gerçekten kullanmak lazım. Yani bu yürüyüşün sonrasında bunu duyurmak, bir şeyler yapmak, kaç kişi katıldı etti, rapor etmek, PR'ını yapmak ve sadece öyle bi enteresanlık, bi cinfikirlilik olarak kalmasına izin vermemek gerek. Yazık edilmeyecek kadar şahane bi fikir zira. Bence öyle yani.

Tıklayın: http://taksim.bobiler.org/

Ya da yürüyün:

31.10.2009

Bir sansür yasanız var, bari onu doğru dürüst uygulayın!


Bu sitede aynı fotoğrafı bir kez daha görüyorsunuz, ama boşuna değil. Çünkü bu “hak edilmiş bir görsel”!... Tıpkı Türkiye’nin dünya ifade özgürlüğü liginde “hak edilmiş bir 123.lük” alması gibi...

Bir süredir her hafta sonu yeni site engellemelerini bekler olduk. Herhelde hafta içi işlemleri toparlıyor, Cuma akşamı işten çıkarken teknik ekibin masalarına bırakıyorlar, onlar da Cumartesi sabah ilk iş toptan uygulamaya sokuyorlar... Geçen hafta sonu da www.buzcevheri.com, www.oyuncehennemi.com, www.sabote.com, www.tahribat.com , www.webincisi.com, pcgamebuy.net, hercash.net ve frpclub.itu.edu.tr sitelerinin engellendiğini öğrendik (böylelikle ilk kez bir fantezi rol yapma oyunu sitesi de engellenmiş oldu!). Nedeni Türk Telekom’un www.telekomakafamgirsin.com sitesiyle ilgili bu sitelerde bulunan içerikten rahatsız olması sonucunda yaptığı şikayet. T.C. Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, 2009-10-15, 2009/290 nolu kararı ile bu sitelere erişim engellenmiş.

Yine her zaman olduğu gibi mahkeme kararının gerekçesine ulaşmak için akla karayı seçmek zorunda kaldık. Neyse ki Avukat Gökhan Ahi karara ulaştı da nelerin döndüğünü anladık. Bu karar tam bir hukuksal fiyasko!

Kararı inceleyen İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim görevlisi Yaman Akdeniz, engellemelerden haberdar olmamızı sağlayan www.cyber-rights.org sitesinde şöyle diyor: “Hem Türk Telekom avukatları hem de kararı veren Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi uygulanması gereken mevzuat olan 5651 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun”un 9. Maddesi’ni hiçe saymıştır. Özel hukuku ilgilendiren kişisel ilişkilerde erişim engelleme yetkisi bulunmayan mahkemelerin arka arkaya erişim engelleme kararları vermeleri bir hukuk devletinde kabul edilemez. Hakaret içerdiği iddia edilen bu sitelerle ilgili erişim engelleme kararının 4721 sayılı Medeni Kanun’un kişilik haklarına saldırıyı düzenleyen 24. maddesine dayanarak ve 1086 sayılı Hukuku Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun ihtiyati tedbire ilişkin 101 ve devamı maddeleri uygulanarak verilmiştir. Genel hüküm niteliğindeki bu iki kural 5651 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce konuyu doğrudan ilgilendiren bir hüküm bulunmadığı için sıklıkla uygulanıyordu. Ne var ki, 5651 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi bu olanağı tamamen ortadan kaldırmıştır. Yaman Akdeniz ve Kerem Altıparmak tarafında yazılan İnternet: Girilmesi Tehlikeli ve Yasaktır: Türkiye’de İnternet İçerik Düzenlemesi ve Sansüre İlişkin Eleştirel Bir Değerlendirme adlı kitapta bu konuya açıklık getirilmiştir. 9. madde, içeriğin yayından çıkarılması ve cevap hakkı konusuyla ilgilidir ve bu maddeye göre İnternet’teki belli bir içerikten dolayı kişilik haklarının ihlâl edildiğini iddia edenler, içerik sağlayıcıya, ona ulaşamamaları halinde yer sağlayıcıya, İnternet ortamından veya bizzat başvurarak, kendisine ilişkin içeriğin yayından çıkarılmasını isteyebilirler. 9. maddenin 1. fıkrası, hakkının ihlâl edildiğini iddia edenlerin cevap vermeyi de talep edebileceğini belirtmektedir. Buna göre kişilik haklarının ihlâl edildiğini iddia eden bireyler içerik veya yer sağlayıcılardan aynı hedef kitleye ulaşıp aynı etkiyi yapabilmesi için, ihlâle yol açan içeriğin yayınlandığı web sayfasından, bir haftaya kadar yayında kalabilecek biçimde kendi cevaplarını yayınlamalarını isteyebilirler. Bununla birlikte 8. maddeden farklı olarak 9. madde, kişilik hakları ihlâl edilen bireylere bir hukuki çözüm olarak “erişimin engellenmesini talep hakkı” sağlamamaktadır. 9. madde içinde “erişim engelleme kararı”na lafzen hiç rastlanmamaktadır ve bu da kanunu hazırlayanlar ve TBMM’nin bir hukuki çözüm yolu olarak “erişim engelleme kararları”nı kesinlikle 9. madde kapsamı dışında bıraktığını göstermektedir. Böylece mahkemeler de kişilik haklarının ihlâl edildiği durumlarda erişimi engellemek yerine yalnızca hak ihlâl eden içeriğin yayından çıkarılmasına karar verebilecektir. Bu madde göz önünde bulundurulduğunda Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararı hukuka aykırıdır. Eğer Türk Telekom avukatları 9. Madde gereği uyar ve kaldır yoluna gitselerdi ve yukarıda bahsi geçen siteler uyarılsalardı o zaman içerik veya yer sağlayıcılar, yayından çıkarılması gereken içerik ile ilgili talebin kendilerine ulaştığı tarihten itibaren 48 saat içinde gereğini yerine getirmek zorunda kalacaklardı. Site sorumluları o aşamada bahsi geçen içeriğin hakaret içerdiğine hükmederler ise o zaman şikayet edilen içeriği yayından çıkarmak durumunda kalacaklardı. Aksi halde yayına devam edecekler ve bu süre içinde talep yerine getirilmez ya da red edilirse haklarının ihlâl edildiğini iddia eden kişi 15 gün içinde kendi ikametgâhının bulunduğu yerdeki Sulh ceza mahkemesinden içeriğin yayından çıkarılmasına ve 9. maddenin 1. fıkrasına dayanarak cevap hakkını kullanmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza yargıcı bu talebi üç gün içinde duruşma yapmaksızın karara bağlayacaktır. Sulh ceza yargıcının kararına karşı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu hükümlerine göre itiraz yoluna gidilebilir. Sulh ceza mahkemesi davacı lehine karar verirse, içerik veya yer sağlayıcılar, kendilerine tebliğinden itibaren iki gün içinde, kararın gereğini yerine getirmek zorundadırlar. Bunun aksi yönde hareket cezai kovuşturma ile sonuçlanacak ve içerik veya yer sağlayıcı olarak çalışan kişiler 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacaklardır. İçerik veya yer sağlayıcının tüzel kişi olması halinde, bu fıkra hükmü yayın sorumlusu hakkında uygulanacaktır. Gerek Türk Telekom’un mahkemeye verdiği dilekçe de gerek mahkeme kararında 5651 numaralı kanunun adı bile geçmiyor. Hem Türk Telekom hem de mahkeme bu kanun ve 9. madde yokmuş gibi hareket ediyor. Bu kanun ve bu maddenin varlığı Türk Telekom’un işine gelmemiş olabilir ama mahkemenin atlamaması gereken bir durum bu. Bu madde varken bir hukuk mahkemesi nasıl erişim engelleme kararı verebiliyor? Her halükarda bu erişim engelleme kararı hukuka aykırı ve tamamen sansür amaçlıdır. Internet kullanıcılarının Türk Telekom’un ücretlendirme politikasını sert dille protesto etmeleri erişim engelleme ve sansür yoluyla ENGELLENEMEZ.”

Avukat Gökhan Ahi ve Yaman Akdeniz, bu hukuk dışı kararla ilgili yasal girişimlerde bulunacaklarını belirttiler. Girişimleri önemli. Böylece hakaret iddiasıyla yapılan bu erişim engellemelerin önü bir nebze kesilmiş olur, bir hukuki teamül oluşur. Bu engellemelerde gördüğümüz önemli bir husus da, aslında hakaret olarak görülemeyecek, ancak sert bir eleştiri olarak konumlanabilecek bir siyasal söylemin sansüre uğraması. Böylece bir eşik daha aşılmış oldu.

Ulaştırma Bakanlığı, “bilgi ve iletişim teknolojileriyle ilgili herşey benden sorulur” saplantısıyla “Ulaştırma ve Bilişim Bakanlığı’na dönüşme hayalleri kurarken, asıl görevi telekomünikasyon sektörünün tam serbestleşmesi olan Telekomünikasyon Kurumu’nun bağımsızlığını sakatlayıp bu süreci de baltalamış oldu, Bu nedenle fiili tekeli hala sürebilen Türk Telekom’un karşı karşıya kaldığı bu sert eleştiride Bakanlığın da ciddi bir payı var. 5651 sayılı internet sansür yasası onlardan soruluyor. Şimdilerde Adalet Bakanlığı’nı da by-pass edip “Bilişim Suçları Yasası” çıkarmaya çalışıyorlar. Bu son olayda kendi hukuklarına da uymadıklarını gördük! Sansür o kadar absürdleşti ki, faaliyetine son veren Geocities bile hala sansürlenmeye devam ediliyor!

Bilgi Teknolojileri Kurumu’na dönüşen TK, TİB eliyle sansür kurulu gibi çalışmaktan fıırsat bulup serbestleşme yolunda yapması gereken görevleri yerine getirebilseydi, Türk Telekom kurumsal iletişimine önem veren bir şirket gibi davranabilecekti. Bir şirketin bu tür hukuk dışı engelleme kararları aldırması kurumsal iletişim açısından bir intihar sayılır. Çünkü, pek de kimsenin duymadığı bu eleştiri kampanyası engelleme kararları sayesinde tüm ülkeye ve dünyaya mal oldu! Şimdi ise özel bir şirket olmasına rağmen devlet malı bir tekel gibi davranıyor. Yani zaten rekabetten korkmadığı için, hem dünyanın en pahalı internetini satıyor, hem de sağa sola gözdağı veriyor.

Teşekkürler Ulaştırma Bakanlığı! Teşekkürler Bilgi Teknolojileri Kurumu! Teşekkürler Türk Telekom! Ne “adalet” ama!

27.10.2009

Telekomakafamgirsin.com erişime engellendi



Gün geçmiyor ki sansür konusunda hayrete düşürecek, yok artık dedirtecek bir gelişme olmasın. Bugün bir de Genetiği değiştirilmiş ürünlerin Türkiye’de yasal olarak kullanılmasını sağlayacak yönetmelik Resmi Gazete’de yayımlandı ki biz bu halimizle de yeterince komiğiz zaten abartmaya hiç gerek yoktu.

Haftasonu buzcevheri'nin erişime engellendiği haberini vermiştik. Doç. Dr. Yaman Akdeniz'in friendfeed'deki postuyla yeni sansür haberlerini ve tartışmaya açık, komik gerekçelerini öğrendik.

"Türk Telekom http://www.telekomakafamgirsin.com/ sitesinden rahatsiz olmuş, 16-17 siteden şikayette bulunmuş, T.C. Ankara 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, 2009-10-15, 2009/290 nolu kararı ile şimdilik bilinen dört siteye erişimi engellemiş. www.buzcevheri.com, www.oyuncehennemi.com, www.sabote.com, ve www.tahribat.com karardan nasibini alan bazı siteler. Bu dört sitenin forumlarında http://www.telekomakafamgirsin.com/ sitesiyle ilgili geyik yapıldığı ve google'da bu siteler yüksek sıralarda çıktığı için bu sitelere de erişim engelleme kararı vermiş mahkeme."

24.10.2009

Yine bir hafta sonu armağanı: Buzcevheri erişime kapatıldı.



Yine bir hafta sonu, yine geçen haftanın yorgunluklarını, koşturmasını, stresini üzerimizden atmaya niyetlerip, kendimize, sevdiklerimizle vakit ayırmaya hazırlanırken yine bir kapatma haberi aldık. Korkarım artık alıştık. Hayat böyle de akıp gitmekte nasılsa. Ne gerek var huzurumuzu kaçırmaya. Kapatın gözlerinizi, sanki burada değilmişsiniz gibi... Kendinizi sansürün güvenli kollarına bırakın. İyi pazarlar sevgili internet gezginleri. Ne kadar iyi olacaksa o kadar...

Buz cevherinden yapılan açıklama: "Efendim her ne hikmetse günceme erişim engeli konmuş. Hangi sebepten dolayı erişim engeli konduğuna dair hiç bir fikrim yok. Pazartesi avukatlık ruhsatnamesi için gideceğim adliyede bunu da soruşturacağım. Trajikomik değil mi? Bundan sonra bilişim hukukunda kendimi geliştirmek borç oldu. =)"

7.10.2009

IMF için yasağı deldik!

Yurdumuzun hiç bir yerinde girilemeyen video paylaşım sitesi YouTube ve diğer yasaklı sitelere, sadece bir yerde, IMF ve Dünya Bankası toplantıları için İstanbul'"a gelen yabancı heyetin bulunduğu Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'nde girilebildi. Buradaki bilgisayarlarda YouTube ve tüm yasaklı siteler, mütamediyen çalıştı, videolar seyredildi, Türkiye böylelikle kendini 'sansürsüz' bir devlet gibi konumlandırarak, yabancı misafirlerine rezil olmaktan kılpayı kurtuldu.
Maalesef biz biraz böyleyiz. Aman kimse duymasın,yabancılar görmesin diyerekten türlü türlü yanlışlar yapıp, sonra bunları örtbas ederiz. Burada da aynı şark kurnazlığıyla, yabancı heyetin, üzerimize yapışan bu büyük ayıbın görünmemesi sağlandı.
Yasağı, yasağı yapan devlet deldi. Peki kanun, bunun neresinde?
(Haber linki.)

4.10.2009

Gabile ve Hadigayri'ye erişim engellendi!


Kaos GL'den Barış Sulu'nun yazısından alıntıdır.

"Türkiye'den 225.000 üye sayısı olan hadigayri.com ile gabile.com siteleri, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından haber verilmeden kapatıldı.
“Daha önce Lambda İstanbul ve KAOS GL'ye ahlaksızlık ithamını yönelterek kapatma davası açanlar, bu emelinde başarılı olamayıp yargıdan red cevabı alınca, şimdi elindeki kurumları ile paylaşım ağlarımızı kapatmaya çalışmaktadır. Hukuksallıktan yoksun bu uygulamalar son derece vahimdir.”
Bilindiği gibi 16 aydır video paylaşım sitesi Youtube’a Türkiye’den bağlanılamıyor. Gerekçe milyonlarca videonun içinden birkaçının Atatürk’e hakaret etmesi! Birkaç video için tüm siteyi kapatmak ve bunun da bir yıldan fazladır devam ediyor olması akıl almaz bir durum..."

Gabile, Hadigayri, Shemaleturk siteleri klikleyince şu uyarı yazısı çıkıyor:

5651 sayılı yasa uyarınca katalog suçlar kapsamında yapılan teknik inceleme ve hukuksal değerlendirme sonucunda; bu internet sitesi hakkında Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının 02/10/2009 tarih ve 421.02.02.2009-272446 nolu kararı gereğince İDARİ TEDBİR uygulanmaktadır. 5651 sayılı yasaya bakarsak: ERİŞİMİN ENGELLENMESİ KARARI VE YERİNE GETİRİLMESİ alt başlığında Madde 8 - (1) İnternet ortamında yapılan ve içeriği aşağıdaki suçları oluşturduğu hususunda yeterli şüphe sebebi bulunan yayınlarla ilgili olarak erişimin engellenmesine karar verilir denilmekte. Bunlar da madde madde sıralanmış: 1) İntihara yönlendirme (madde 84), 2) Çocukların cinsel istismarı (madde 103, birinci fıkra), 3) Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma (madde 190), 4) Sağlık için tehlikeli madde temini (madde 194), 5) Müstehcenlik (madde 226), 6) Fuhuş (madde 227), 7) Kumar oynanması için yer ve imkân sağlama (madde 228).
Eşcinsellik, biseksüellik ve transeksüellik bu maddelerin hangisi içine giriyor sizce? Müstehcenlik mi? Fuhuş mu?
Konuyla ilgili hadigayri.com yetkililerinden aldığımız mailde şöyle deniliyor:
www.hadiGAYri.com pornografi içermeyen arkadaş arama, haber, forum, sohbet sitesidir. LGBTT bireylere yöneliktir. 18 yaşından küçüklerin üye olmasının yasak olduğu sitenin girişinde belirtilmiştir. Kapatılma aniden oldu ve bir bilgi tarafımıza gönderilmedi. Bu gibi durumlarda mail ile bir bilgi gönderileceğini zannediyorduk.”
www.gabile.com tarafından gönderilen açıklama:
“Türkiye'nin iki büyük eşcinsel paylaşım ağı hakkında Bilgi Teknolojileri Kurumu, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı "İdari Tedbir" kararı almıştır. www.hadigayri.com ve www.gabile.com adlı sitelere erişim BTK Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından engellenmiştir.

Adı anılan iki site Türkiye'nin en gelişmiş ve köklü eşcinsel sosyal paylaşım ağlarındandır. Bilindiği üzere içerikleri pornografi ve diğer sair suç unsurlarından uzak ve editörlerince titizlikle incelenen ekiplerce yönetilmektedir.

Her iki ayrı sitede de hukuksal tüm alt yapı uygun olmakla birlikte, yasal uyarılar da bu sitelerin sayfalarında mevcuttur. Ayrıca, bu iki sitenin iletişim bölümlerinde irtibat bilgileri de bulunmaktadır.

Tüm bunlara rağmen BTK, tespit ettiğini iddia ettiği uygunsuz içerik ve ahlaka aykırı eylemler ile ilgili yayından kaldırma talebi dahi iletmeden ve (kaldı ki editörlerce titizlikle incelenen bu sitelerde bu tür içeriğe de rastlanması düşük olasılıklı bir ihtimaldir), her hangi bir bilgi vermeden tamamen homofobik zihniyetin ürünü olan bir karara imza atmış, Türkiye'nin iki büyük paylaşım ağına İDARİ TEDBİR KARARI alarak erişimi durdurmuştur.

Daha önce Lambda İstanbul ve KAOS GL'ye ahlaksızlık ithamını yönelterek kapatma davası açanlar, bu emelinde başarılı olamayıp yargıdan red cevabı alınca, şimdi elindeki kurumları ile paylaşım ağlarımızı kapatmaya çalışmaktadır. Hukuksallıktan yoksun bu uygulamalar son derece vahimdir.

Adı anılan her iki sitede, gerek köşe yazarları bölümü ile, gerek eşcinsel haber bölümleri ile, gerek sinema, şiir, hikaye, sohbet, radyo, forum ve sağlık köşeleri ile çok köklü ve kaliteli de birer içeriğe sahiptir ve temsil ettiği kesim tarafından yoğun bir ilgi ile izlenmektedir. Her iki sitenin de Türkiye'den takip eden üye sayısının 225.000 (ki homofobik bir zihniyet için ürkütücüdür bu rakamlar), civarlarında olduğunu bilmekteyiz.

BTK almış olduğu anti hukuksal bu kararlarla bu güne dek Youtube gibi, Google Grupları gibi, Camfrog gibi, Vatan Gazetesi'ne kadar uzanan baskıcı, anti demokratik, muhafazakârlığın da ötesinde İslamcı bir yönetim biçimi anlayışına dayalı ve çok sesliliğe de çok renkliliğe de izin vermeyen eylemleri neticesinde hem ülkeyi, hem bu ülkenin vatandaşlarını mağdur etmekte, devlet itibarını da feci şekilde zedelemektedir. Bu ülkenin zaten zayıf olan entellektüel kaynakları, korkunç biçimde yok edilmektedir.

Kamuoyunu isyanın eşiğine getiren bu uygulamalara karşı düşüncelerimiz, fikirlerimiz, yaşam biçimimiz, cinsel kimliğimiz ve sair tüm özgürlüklerimiz namına tüm bunları hiçe sayanları ESEFLE KINIYORUZ!”
Bu nasıl bir zihniyettir…

Sansürcü zihniyete göre profil sitelerinin tümü o zaman müstehcen ve fuhuş içerikli midir? Belki de. İlk önce LGBT siteler kapatılacak sonrasında da heteroseksüel arkadaş bulma siteleri mi kapatılacak...
Bu sansürcü zihniyete ses çıkartılmadıkça birçok site bu uygulamalardan nasibini alacak anlaşılan. Yavaş yavaş ve sessizce karartıyorlar yayınları, iletişimi…
“Sansürcü zihniyet, elini iletişim kanallarımdan çek” demek için geç kalınmadı mı? Şöyle bir söz vardır; "susmak onaylamaktır" diye, yoksa siz hala susarak tüm bu engellemeleri onaylıyor musunuz?

Kaos GL

ayrıca bakınız. Cyber-Rights

3.10.2009

FarmVille'e erişim engellemesi

Kesin bir bilgi olmadan yazmak istemediğim için biraz bekledim. Çünkü, Türkiye'nin en iyi haber portallarından ntvmsnbc bile bugün duyduğum ve güzel bir geyik olan "Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı yüzünden yasaklamış" uydurmasını haber olarak duyurması, biraz daha beklememe vesile oldu.
Doğru haberi ise turk.internet.com'da okudum az önce. Aslında erişim engellemesi bir oyun sitesi olan Zynga.com için verilmiş. Facebook'taki FarmVille uygulaması ise yayınını buradan aldığından kapalı durumda şu anda. Ama sorun buradaki çiftçiflerin 'ahlaksızca:)' davranışları değil tabii ki. Asıl sorun yine aynı yerden yayın alan Facebook'un en ünlü oyunlarından Teksas HoldEm Poker'in bazı aileleri rahatsız etmesi.
"Teksas HoldEm Poker'in Facebook, Yahoo, iPhone, MySpace, Teggad gibi çeşitli yerlerdeki reklamlarını tıklayan pek çok kişinin (Facebook kayıtları 17 milyon kişi raporluyor), sanal pullarla bu oyunu oynayabildiği belirtiliyor. Şikayetçi anne-babalar ise, Ankara, İzmir ve İstanbul'da bu oyunun pullarını toplayarak satan kişiler olduğunu ve çocuklarının da bu kişilerden sanal pul satın alarak Poker bağımlısı haline geldiğini belirtmişler. Bir süredir TİB ve devletin diğer çeşitli kurumlarına ailelerden şikayetler ulaştığı ve bu nedenle yaklaşık 3 aydır araştırma yapıldığı belirtiliyor."
Turk.internet.com'da daha ayrıntılı bilgi var.
İşte bir hafta sonuna da yeni bir sansür haberiyle merhaba dedik. Bir dahaki sansür haberine kadar esen kalın, DNS'lerde kalın. Proxy'leriniz hep güzel çalışsın.

İyi günler...

Güncelleme: Erişim yasağı gün içerisinde kaldırıldı. İlginç.

23.09.2009

MÜ-YAP'a Protesto!


Friendfeed‘deki MÜ-YAP tartışmalarından sonra bir grup kuruldu ve orada konuyla ilgili neler yapılabileceği tartışıldı. Çok başarılı fikirler bulunduktan sonra ise son olarak bu fikrin hayata geçirilmesine karar verildi. Yapacağınız şey çok basit. Gördüğünüz bu CD kapaklarını, içine boş bir CD koyup (veya ne koymak istersiniz onu), aşağıda verdiğimiz adrese postlamanız yeterli. Eylemin başarılı olması için herkesin bu hareketi desteklemesi gerekiyor. Kuryeye verseniz bile olur. Yeter ki katılın.
Adres: Mü-Yap Bağlantılı Hak Sahibi Fonogram Yapımcıları Meslek Birliği Kuloğlu Mah. Turnacıbaşı Sok. No:16 Kat:5 80070 Beyoğlu İstanbul.
CD Kapakları indirme linki: MÜ-YAP CD

20.09.2009

Myspace, Lastfm, sansür, kültür ve "bir avuç insan"...

Yakında tehdit "sanal" olmaktan çıkacak, kapınıza dayanacak. Evinize, özel hayatınıza, sevdiklerinizin hayatına müdahele edilecek. Bakalım o zaman ne yapacaksınız?

19 Eylül 2009 Cumartesi günü Myspace ve Lastfm sitelerine erişim engellendi. Türkiye'nin internet sansürü tarihine yeni bir utanç sayfası daha eklendi. Bu iki site büyük paylaşım ortamları ve bu özellikleriyle birer topluluk platformu. Dolaysıyla bu engelleme, wordpress, Google Sites, Blogger ve Youtube ayarında bir adım. Nitekim engellemelerin yabancı medyada önemli bir yer bulması da bunu gösteriyor.

Kararın çok önce alınmış olmasına rağmen engellemenin bayram arifesinde yapılması da dikkat çekiciydi. Böylece bayram sonuna kadar sitelerin kapalı kalması sağlanmış oldu. Her zamanki gibi engellme gerekçesini bilmiyoruz, ama tahmin ediyoruz. Sitelerin yayın odağı müzik olduğuna göre işin içinde Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) ve MÜYAP var demektir. Arada, Youtube örneğinde olduğu gibi, siteleri Türkiye'de lisans almaya zorlayıp vergi koparmak da düşünülmüş olabilir. Sırada engellenmeyi bekleyen Facebook, Fizy, Friendfeed vb diğer platformlara gözdağı da verilmiş olabilir. Yani bir taşla kuş katliamı.

Yakın zamanda basında FSEK'in yeni maddelerle "zenginleştirileceği" haberleri çıkmıştı. Bu haberlere göre site engellemenin bir kaç adım ötesine geçip IP temelli izleme sistemleriyle kullanıcıların gözetim altına alınacak ve ciddi cezalarla karşılaşacak. Öngörülen cezalar internet erişimin kesilmesinden hapis ve büyük meblağlarda para cezalarına kadar gidiyor. Böylece otorite vites değiştirmiş ve sansürden (içerik engelleme) ve ifade özgürlüğünün gaspından (yayın durdurma), iletişim özgürlüğünün (erişim kısıtlaması, tecrit vb.) ve özel hayat (mahremiyet) hakkının ihlaline adım atmış oluyor.

Fransa'da geçtiğimiz günlerde oylanan ve Anayasa Mahkemesinin kararını bekleyen HADOPI 2 yasası, benzer içeriğiyle başka bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de olacakları haber veriyordu. İktidarların interneti denetim alma çabaları haksız meşruiyet temellerini çocuk pornografisi, terörizm ve telif hakları alanında arıyor. HADOPI'den apartılacağı belli olan yeni FSEK de bu durumun bizdeki tezahürlerinden biri. Yeni yönetmeliklerle güçlendirilen 5651 kod adlı internet sansür yasası ve Ulaştırma Bakanı'nın haber verdiği yeni bilişim suçları yasası da diğer göstergeler (Bu arada "böyle bir yasayı normalde Başbakanın, Adalet Bakanı'nın veya İçişleri Bakanı'nın açıklaması gerekir. Ulaştırma Bakanı'na ne oluyor?" sorusunu soranlar için bu yazının sonundaki adresler aydınlatıcı olabilir).

Bu son iki site kapatmasında protestonun boyutu birazcık daha büyüktü. Ama alıştığımız atalet de olduğu yerde duruyordu. Hatta öyle bir olay var ki, sansürün, nasıl insanların zihinlerine ekilen atalet tohumlarından beslendiğini, insanları nasıl tek kişilik gettolarına kapatıp dışarda hüküm sürebildiğini ibret verici bir şekilde gösteriyordu. Friendfeed ortamında bazı kullanıcıların Myspace ve Lastfm engellemeleri hakkında farkındalık yaratmak için çeşitli girdilerin altına yorum halinde bir haber metni girmelerini bir kaç kişi "spam" diye "Friendfeed yönenetimine ispiyonladı! Yönetimden birileri de bunun sadece "öyle göründüğünü" ama amacın spam olmadığını düşündüklerini söyledi. Elbette herkesin internetin şu kısacık tarihinde yaratılmış olağanüstü kültürden pay almaları beklenemez...

Hep tekrarladığım bir sözü vardır Bruce Sterling'in: "Nerede iletişim varsa orda topluluk da vardır. Çünkü iletişimde bulunmak (commun-icate) ve topluluk (commun-ity) aynı şeydir." Ancak ortak bir şeyleri paylaşanlar iletişimde bulunabilir ve bir topluluk oluşturabilir.

İnternet yapısı gereği topluluk-lar oluşturur. Bu özellik, "netdaş" (netizen) kavramını ortaya çıkarmıştır. İnternet vatandaşları gerçek bir topluluğun parçası olduklarının bilinciyle topluluk haklarını korurlar ve bu eylemi "vatandaşlık bilinci"nin gereği olarak görürler.

Friendfeed'de Türkçe konuşan toplulukta yaşanan bu "kaza", bir çok şeyin, ama öncelikle vahim bir "kültürsüzlüğün" göstergesi. Çünkü vatandaşlık bir kültür bilincidir.

Türkiye'de internet dünyayla eşzamanlı olarak gelişti, ama kültürü yeterince gelişemedi. Nedense teknolojik gelişmeleri alıp onları yaratan kültürden "korunmakla" övünen bir toplumuz. Neredeyse internet tarihi kadar eski bir internet sansürü tarihine sahip olmamız ayıbını da bu kültür kaçkınlığına veriyorum. Çin'de, İran'da yaşanan protesto dalgalarınn onda biri bile yaşanmadı Türkiye'de! Hep bir avuç insan, kısa sürede unutulan, sahip çıkılmayan rüzgarlar yarattı. Her sansür haberinde küfreden, o sırada kime kızıyorsa ona verip veriştirip, hükümeti, medyayı, onu bunu suçlayıp, sonra DNS ayarlarıyla oynayan iki kuşak gördü bu ülke!

Çok yakın bir gelecekte sadece sansürlenen site sayısını değil, iletişim özgürlüğü gaspedilen, özel hayatlarına tecavüz edilen, ağır para cezalarıyla yaşama hakları ellerinden alınan, hatta hapsedilen, tanıdığımız, bildiğimiz, "gerçek" insanları konuşuyor olacağız. O zaman internetinizin ayarlarıyla oynayıp, "bana ne kardeşim ben her yere giriyorum, akıllı olun siz de girin" diyemeyeceksiniz....

Yakında tehdit "sanal" olmaktan çıkacak, kapınıza dayanacak. Evinize, özel hayatınıza, sevdiklerinizin hayatına müdahele edilecek. Bakalım o zaman ne yapacaksınız?

O, keyfinizi kaçırıyor, eğlencenizi bozuyor diye sinir olduğunuz, ilgi çekmekle suçladığınız, dalga geçtiğiniz, hak verip sırtını sıvazlayıp sonra sırtınızı döndüğünüz, bir heyecanla elinden tuttuğunuz, sonra hayat gailesine kapılıp elinizi çekiverdiğiniz, unuttuğunuz... o "bir avuç insan" var ya?

Hakkınıza, hukukunuza, özgürlüğünüze kastedildiğinde, işte o insanlar yanınızda olacak....


Aydınlanma:
"Türkiye'de internet sansürünün kısa tarihi... ve mümkün geleceği!
"Fransa, telifli içerik indirene ceza getiren HADOPI2 Yasası’nı kabul etti. Türkiye bu akımdan etkilenir mi?"

19.09.2009

Yağmurlu bir gündü



Bugün, bizim için olağan bir gündü, neden bu kadar sinirlendim bilemiyorum. Yine her zamanki gibi siteler kapatılmıştı sadece. Artık MySpace ve LastFm kapanmıştı bu ülke sınırları içindekilere. Youtube kapalıydı zaten, bloggum da, evrimle ilgili siteler, porno yayın yapanlar, biri'nin canını sıkanlar kapalıydı işte. Kimsenin ruhunun duymadığı yüzlerce site kapalıydı.

Dünyaya açık olan bize kapalıydı. Ne vardı ki bu kadar sinirlenecek? Ne vardı ki güzelim cumartesi gününü değerlendirmek, hoşça vakit geçirmek dururken, aman duyuralım, ses çıkaralım, tepki verelim, aman dikkat çekelim ki haberleri olsun, haber olsun, köpeksiz köyde değneksiz dolaşmasın kimse diye kendimi yıpratmanın?

Rahat duramadım işte. Biliyorum ki internet özgürdür, müzik, düşünce özgürdür, esaret beyinlerde, ekran arkasında beslenmiş, kırık dökük egolarda. Birileri birşeyler yapsın diye beklemek, ummak, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak veya birşeyler yapmaya kalkana saldırmak, hepsi birer tercih. Ama benim tercihlerim değiller. Bugün tepki gösterdim, yine olursa yine tepki göstereceğim. Dikkat çekmesi için, unutulmaması için ne gerekiyorsa onu yaparak tepkimi göstereceğim. Gerillalar gibi takdik uygulayacağım, bir virüs gibi yayılacağım, ne gerekiyorsa yapacağım ama susmayacağım.

Sosyal medya abonelikleri uğruna, geçmişte kalmış ancak üstesinden gelemedikleri hesaplar uğruna, kendilerini gösterme, ispat etme arzusunun dayanılmaz ateşiyle deprem veya sel sonrası yağmaya giden insanların mantığıyla saldıranlar beni susturamayacaklar.

Bugün yaptığımız protestonun amacını Özgur Uçkan gayet güzel bir şekilde açıkladı. Bu yorumu da defalarca farklı feedlerde paylaştım. Tekrar ve son kez paylaşıyorum. Bunun başka açılımı, başka anlamı, başka adı yok.

"hareketin amacı bilgilendirmek değil, rahatsız etmek... Atalet karşıtı bir gerilla eylemi bu... Bir sürü örneği var. Sosyal medya kültürünün tolere ettiği ve sahip çıktığı bir eylemlilik türü... Yanlış yaptığımızı da düşünmüyorum. Bu haber benim için Michael Jackson'ın ölümünden daha önemli... O nasıl viral bir şekilde yayıldıysa bu da öyle olmalı... Ortamın özüne saldırı var... "

Çevreye verdiğim rahatsızlıktan dolayı özür dilerim ancak pişman değilim ve devam edeceğim.

MySpace ve Last FM'e erişim engellendi!


İki kapatma haberi bugün gündeme bomba gibi düştü. Ve yine kimsenin haberi olmadan. Sessiz toplumumuzun bazen ses çıkarıp, bazen de seslerini dinleyebildiği iki büyük oluşum (üstelik Türkçe) MySpace ve Last FM an itibarıyla kapalı. Bu sefer konu ne Atatürk, ne de müstehcenlik. Konu büyük ihtimalle telif hakları. Ve tabii ki olayın arkasında da MÜ-YAP var. Yüzbinlerce yerli kullanıcının paylaşımları maalesef bir mahkeme kararıyla tamamen yok edilebiliyor. Burada bunu yapmak o kadar işte bu kadar kolay...
Peki tepkisiz mi kalacağız? Elbette ki hayır!

12.09.2009

Türkiye'de internet sansürünün kısa tarihi... ve mümkün geleceği!

Bu yazı bilinçli olarak akademik bir format kullanmıyor. Türkiye’nin internetle yaşadığı serüvenin nerdeyse tamamını, ilgili sivil toplum kuruluşlarında ve bilişiim hukuku odaklı profesyonel örgütlenmelerde çalışarak, şura, konferans, zirve, çalışma grubu gibi platformlara katkıda bulunarak geçirdim. Türkiye’de internet sansürünün gelişimini konu alan bu yazı tamamen kişisel tecrübelerimin kısa bir özeti niteliğini taşıyor. Bir işlevi var: İnternet sansürünün nerden gelip nereye gittiğini tam olarak bilmeyen yeni kuşaklara bir kısa tarih sunmayı amaçlıyor. Bu tarihi doğrulayacak belgeler internette mevcut ve kamusal bilgi sınıfına giriyor.
Yazının ikinci işlevi ise, internet ile ilgili düzenlemeleri yakından izleyen biri ve ilgili konularda politika ve strateji geliştirilen platformların katılımcısı olarak, Türkiye’de sansür ve denetim mekanizmasının mümkün geleceği konusundaki öngörülerimi aktarmak. Yazının bu tarafı tamamen kendi kişisel düşüncelerimden oluşuyor. Umarım yanılırım.

Türkiye’de internet kullanımı, uluslararası gelişimiyle neredeyse eşzamanlı olarak, 1990’lı yılların ikinci yarısında yaygınlaştı. 2001 yılına gelinceye kadar interneti düzenlemek için herhangi bir özel hukuki girişim görmedik. O döneme kadar tek tük müdahalelere örnek olarak, eski Türk Ceza Kanunu’nun 159. Maddesinin 1. fıkrası uygulanarak mahkumiyetle sonuçlanmış iki dava verilebilir: Emre Ersöz ve Coşkun Ak davaları... Her iki dava da kurumları “tahkir ve tezyif etmek” suçlamasıyla açılmıştı. (Daha sonra 159. Madde yeni TCK’ndaki ünlü 301. Maddeye dönüştü.)

İnternet ile ilgili, sansüre de yola açan ilk cezai düzenleme DSP-MHP-ANAP koalisyonundan geldi. Sene 2001 idi. Basın Yayın Yasası'na interneti de dahil edip her yayının bir kopyasının valiliğe ve basın savcılığına gönderilmesini şart koşan, yeni suçlar yaratan bir kanun tasarısıydı bu (Radyo veTelevizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, T.B.M.M. (S. Sayısı : 682), Dönem: 21 Yasama Yılı: 3).

Bu bir sansür yasası değildi. Çok daha ağır cezai yaptırımlar getiriyordu. İnterneti sadece medyaya indirgeyen bir yaklaşıma sahipti. Örneğin her internet yayınının künyesi ve sorumlusu olmasını istiyorlar ve TCK'nın ilgili yasalarını işleterek ciddi hapis cezaları öngörüyorlardı. 2001-2002 dönemi böyle geçti. Ciddi bir muhalefet yapıldı, Baroları arkamıza aldık, Bilişim STK'ları çok daha aktifti. 1. Bilişim Şurası bu sıralarda toplandı. Kamuoyunu yanımıza çekmeyi bir şekilde başardık. Yasa Cumhurbaşkanı'ndan döndü. Aynı yasayı biraz değiştirip 4676. Sayılı Kanun olarak tekrar Meclis’ten geçirdiler. Yayının basılı kopyasını sunmak komedisi kalktı, ama hakaret, yalan beyan “ve benzeri eylemler” suçlamaları baki kaldı. Yasa, özellikle milletvekillerine yönelik eleştirileri engellemek, meclis dışı siyasal muhalefeti etkisizleştirmek amacını taşıdığı gerekçesiyle yoğun bir biçimde eleştirildi. Yasa tekrar önüne geldiği için Cumhurbaşkanı onaylamak durumunda kaldı ve yasa geçti.

Bu arada TCK'daki bilişim suçları ve internetle ilgili sorunlu maddeler de DSP-MHP-ANAP koalisyonunun eseridir. Bu aynı hükümet, Genelkurmay Başkanlığı’nın hazırladığı Bilgi Güvenliği Yasasını da çıkarmaya çalıştı. Ama yasa geri çekildi. Çokuluslu şirketler ciddi karşı lobi yaptı, çünkü kantarın topuzu kaçmış, şirket gizliliği diye bir şey kalmamıştı. Her türlü bilgi devlet malı haline geliyordu. Şirketleri kollasalardı, kişisel mahremiyeti tümüyle hiçe sayan bu yasa da sorunsuz bir şekilde geçerdi. Yani küresel kapitalizmin de yararları oluyor!
Medeni Kanun'da yer alan hakaretle ilgili maddelerin internete uygulanması da bu hükümet döneminde başladı. Şimdi Adnan Oktar o dönemde yerleşmiş hukuki tenayülleri kullanarak sitelere erişimi engelletebiliyor.

Bilişim hukukunun tartışılmaya başlandığı 2000 yılından 2002’nin sonuna kadar, DSP-MHP-ANAP koalisyonu internet ve bilişimle ilgili tek bir olumlu düzenleme yapmadı, sadece olumsuz düzenlemeler geliştirdi. Meraklısı 1. Bilişim Şurası'nın Hukuk Raporunu okusun. Hala internette. (http://bilisimsurasi.org.tr/cg/rapor/hukuk.zip) (2. Bilişim Şurası Raporu, nedendir bilinmez, yayından kaldırılmış. Taslak raporu şuraya yerleştirdim: http://www.scribd.com/doc/17017490/2-Bilisim-Surasi-Taslak-Raporu)

Sonra kriz patladı, hükümet düştü. Ak Parti dönemi başladı. İlk hükümet dönemi, bazı güzel hayallerle geçti. İvme kazanan Avrupa Birliği uyum sürecinin de bir gereği olarak, STK'larla çalışacağız dediler, bazı olumlu düzenlemelerle ilgili olarak görüşlerimize başvurdular. Bilgi ve iletişim teknolojilerinini bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi hedeflerinin koordinasyonu için e-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu'nu kurdular, STK'ların da en azından “izleyici” olarak katılmasına izin verdiler. Sadece olumlu düzenlemeler yapacağız dediler. Yıllardır çıkması için uğraştığımız, bir önceki hükümetin yüzüne bile bakmadığı e-imza yasasını geçirdiler mesela. Sonradan kadük hale gelse de, Bilgi Edinme Yasası o dönemde geçti (yasayı kadük hale getiren bürokrasi ve kolluk kuvvetleridir, yasayı istisnalarla delik deşik edip, rövanşını “Devlet Sırrı” kavramıyla aldılar).

Herkes internet sansürünü 2007’den başlatma eğilimindedir. Oysa 2001-2006 yılları internet sansürünün yükseliş dönemidir. 2000 ile 2007 yılları arasında, sanıldığının aksine, bir çok site engelleme olayı yaşanmıştır. Nedense bunlar pek göze batmadı. Başta Türk Ceza Kanunu’nun ilgili madeleri olmak üzere, Medeni Kanun, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gibi düzenlemelerin hükümlerine dayanarak, yetkili mahkemeler tarafından verilen pek çok erişim engelleme kararı, doğrudan internet servis sağlayıcıları tarafından uygulandı. (Bunların en ünlüsü subay.net sitesidir.) Bu engelleme kararlarının büyük kısmı, devleti ve kurumlarını aşağılama gerekçesiyle verildi. 2005’te MÜYAP’ın FSEK yoluyla “yetkili kurum” statüsü kazanmasıyla engellemelerin sayısı bir anda arttı. 2005-2007 arasında 1500’den fazla site sadece MÜYAP girişimiyle engellendi.

Sonra Ak Parti’nin ikinci dönemine girdik. Ortam sertleşmeye ve AB süreci tavsamaya başladı. 2006 sonu ve 2007 başı, etkili bir medya operasyonuyla, önce satanizm, sonra da çocuk pornografisi bahanesiyle internetin “halk düşmanı” ilan edildiği dönem oldu. Gençler ve çocuklar internetten korunmalıydı, yoksa ya satanist olup intihar edecekler, ya da çocuk tacizcilerinin eline düşeceklerdi Böyle bir hava estirildi. Önce Adalet Bakanlığı 2006 Haziran’ında bir taslak hazırlamaya başladı. Taslak bir ceza hukuku metniydi ve bilişimle ilgili tüm suçları bir torbaya atıp tüm cezaları da ½ oranında artırmayı amaçlıyor, hatta yeni suçlar yaratıyordu. Taslak sansür değil kıyım yasasıydı. Sessizce ortadan kayboldu.
Bir başka taslak daha hazırlanmaya başlandığı duyuldu. Bu kez taslak metin içerik suçlarını düzenleyecek, bunu için de AB Siber Suçlar Konvansiyonu’na uygun olarak iki temel suçu ele alacaktı: Çocuk pornografisi ve ırkçılık... İnternet ve bilişim hukuku ile ilgili sivil çevreler olarak, bizler bu taslağa destek vermeye karar verdik. Bu konuda çeşitli görüşler üretip Adalet Bakanlığı’na sunduk.

Ancak bu sırada Ulaştırma Bakanlığı'nın internet operasyonunun başladığını bilmiyorduk. İnterneti ve giderek tüm bilgi ve iletişim teknolojilerini Ulaştırma Bakanlığı’na bağlama operasyonu....

Konuyla yeterince ilgil olmayan diğer bakanlıklar ve bu arada Adalet Bakanlığı devre dışı bırakıldı ve çocuk pornografisi taslağının yerine yerine 5651 kod adlı internet sansür yasasını geçiriverdiler! Bizim üzerinde çalıştığımız taslak da diğer bilişim suçları kanun taslağı gibi gizemli bir şekilde ortadan kayboluverdi...

5651 Sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” Meclis’ten hızla geçti. CHP Milletvekili Osman Coşkunoğlu dışında bu yasaya muhalefet eden tek bir milletvekili bile olmadı. Hatta muhalefet partileri “Torba Yasa”nın içini daha da doldurmak için uğraştı. Atatürk’e hakaret de bu arada muhalefet milletvekillerinin önerisiyle torbaya girdi, ama neyse ki “laikliğe ters davranış” gibi ekstra öneriler devre dışı kaldı! Yasa Cumhurbaşkanı’na gönderildi. 2002'de RTÜK yasasını hak ve özgürlükleri kısıtlıyor diye geri çeviren Cumhurbaşkanı Sezer, 2007'de 5651'i şak diye onayladı... (İktidar erozyonuyla gelişen “devlet refleksi” olsa gerek...)

Yasa çıktıktan sonra, interneti hedef alan dezenformasyon kampanyasının birdenbire dindiğini gördük. Satanistler ortadan kayboldu. Çocuk pornografisi suçlamasıyla tutuklananların çoğu salıverildi (çünkü “yakalanan” materyalin çocuk pornografisi değil yasal porno olduğu anlaşıldı). Ama bu bilgi toplum hafızasında hiç yer tutmadı (Ben bu durumu, ilk körfez savaşı sırasında tüm medyanın kullandığı petrole bulanmış zavallı karabatak kuşunun, aslında Fransa açıklarındaki tanker kazasının kurbanı olduğu anlaşıldığında, bu dezenformasyon ortaya çıktığında, hiç bir tepkinin doğmamış olmasına benzetirim).

5651’in ne demek olduğunu anlatmayacağım. Yakın tarihin bu bölümünü herkes yeterince biliyor: 3000’den fazla sansürlenen site, yönetmeliklerle giderek ağırlaştırılan ve sansüre denetimi, izlemeyi, dinlemeyi de ekleyerek bireysel hak ve özgürlükleri ihlal eden bir mekanizma... Oto-sansürün yaygınlaşması, kurum ve kuruluşların, üniversitelerin, belediyelerin keyfince uyguladığı filtreleme ve denetim sitemleri... Böylece Türkiye internet sansürcüsü ülkeler ligindeki yerini almış oldu...

Peki, Ulaştırma Bakanlığı’nın internet operasyonu nasıl yürüdü? Önce E-Dönüşüm İcra Kurulu'nu kadük hale getirdiler. Bu kurul, kısmi bir yönetişim ve katılım sistemiyle bilgi ve iletişim teknolojileri hakkındaki politika, strateji ve eylem planlarının üretilmesinden sorumluydu. İçinde dört bakan, bir başbakan yardımcısı, meslek örgütleri, ilgili kamu kurum ve kuruluşları ve STK’lar bulunuyordu. Gerçi sivil katılım izleme ile sınırlıydı, ama bu bile birşeydi. Kurul’un başında o zamanki Devlet Bakanı Abdüllatif Şener vardı. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) de kendisine bağlıydı. DPT kurulun sekreteryasını yürütüyordu. DPT, bir planlama teşkilatı olarak odağını e-devlete çevirdi ve STK katılımcısı bizlerin tüm uyarılarına rağmen “bilgi toplumu” ve “bilgi ekonomisi” gibi çok daha geniş hedeflerle ilgili herhangi bir yaklaşım geliştirilmedi. Bu boşluk da Ulaştırma Bakanlığı tarafından gayet iyi bir şekilde değerlendirildi.
2006 yılında “Bilgi Toplumu Stratejisi” ve ekli Eylem Planı ortaya çıktığında, ana odağın mekanik e-devlet çalışmalarından ibaret olduğunu ve internet ile ilgili tasarruf yetkisinin Ulaştırma Bakanlığı’na havale edildiğini gördük. Onlar da beklendiği gibi, merkeziyetçi paradigmayı aynen internete uygulamaya koyuldular.

Normalde Telekom sektöründe serbestleşmenin sağlıklı yürümesi için icat edilen ve bağımsız olması gereken Telekomünikasyon Kurumu'nu (TK) kendilerine bağlayıp, sonra da Elektronik Haberleşma Kanunu (EHK) kapsamında adını değiştirip (Bilgi Teknolojileri Kurumu - BTK) bu mekanizmanın çekirdeği haline getirdiler. TK daha önce de işlevini tam olarak yerine getiremiyordu (Telekom sektöründe fiili tekel hala devam ettiğine göre serbestleşmeden söz etmek ironik olur!), Koalisyon döneminde MHP'nin kadrolaşma odağı haline gelmişti ve böyle devletçi temayüllere hep teşneydi. Ak Parti, EHK kapsamında kurumun adını, işlevini değiştirip TK’yı MHP kadrolarından temizledi ve kendi kadrolarıyla bilgi ve iletişim teknolojileri ve internet düzenleme, denetleme ve yönetim kurumuna dönüştürdü.

2007 sonunda ortam gerilip Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldıktan sonra, kabine değişikliği oldu. Abdüllatif Şener gitti, yerine Nazım Ekren geldi. Sonra o da gitti derken, e-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu tamamen etkisizleşti. Bütün bu süreçte Kurul’a vekaleten başkanlık eden kişi Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım idi...

Bu operasyon sürerken, yasalar çıkarken, muhalefet, yani ne CHP ne de MHP gıkını çıkarmadığı gibi sonuna kadar da destek verdi. Nitekim 5651'in böyle torba bir yasa haline gelmesi, Atatürk meselesinin işin içine sokulması bu iki partinin eseridir.

Yani demem odur ki, ne zaman internet rüştünü ispatladı, ordu, emniyet, istihbarat ve bürokratik elitler bastırmaya başladı, bu işe el atın, diye. 2001-2005 döneminde gördüğümüz olumsuz düzenleme örnekleri bu baskının bir sonucudur. Siyasilerin de canına minnet. İnternet gibi dinamik, ele avuca gelmez bir ortamı başıboş bırakmaya gönülleri razı olmadı! Ak Parti'nin ilk döneminde havanın biraz değişip sansür ve denetim mekanizmasının yeraltı nehri gibi akması, yapılan tek tük olumlu düzenlemeler, sadece AB sürecinin dinamizmi yüzündendir. (O dönemde ciddi bir baskıcı girişim olmadığı için toplumsal tekpi de yoktu. Siteler sessizce, dağıtık mahkeme kararlarıyla ve ISS’ler eliyle engelleniyordu.)

Kısacası bu konunun siyasi partilerle değil, Türkiye'deki bürokratik devlet mekanizması ve onun merkeziyetçi yönetsel modeliyle ilgisi var. İktidara kim gelirse gelsin, kamu yönetim reformu yapılıp bu mekanizma dönüştürülmeden, birey hak ve özgürlüklerine saygılı bir demokratik hukuk devleti kurulmadan, daha ne sansür, ne izleme, ne denetlemeler göreceğiz! Elbette, bir de AB uyum sürecini vargücümüzle desteklememiz gerekiyor! Çünkü hak ihlallerinin önündeki en büyük engel bu süreç...

Şimdi de gelelim bu işin nasıl devam edeceğine ilişkin öngörülerime...

Şu habere bir bakın: "Ulaştırma Bakanlığı, 27 Eylül – 1 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da 10. Ulaştırma Şurası’nı gerçekleştirecek. Ulaştırma Şurası öncesi gerçekleştirilen İletişim Altyapı Çalıştayı sonucunda hazırlanan raporda “Türkiye’nin 2023 Bilişim Hedefleri”ne ilişkin 105 ana hedef belirlendi."

Bu Şura’da internetle ve BİT ile ilgili önemli hedefler konuşulacak. Bu tür platfomlardaçok bulunduğumdan, hele de 2023 gibi herkesin bayıldığı sembolik bir tarih hedeflenmişken, neler konuşulacağını gayet iyi tahmin ediyorum. Ama bu kez işin arka planında farklı dinamikler de olabilir. Bu Şura o kadar kapsamlı ki, şimdiye kadar farklı bakanlık ve kamu birimlerine adreslenen bir sürü konu, nedense gelip Ulaştırma Bakanlığı’na bağlanıyor. Adı “Ulaştırma Şurası” olan bir platformda bu bilişim hedeflerinin konuşulması yeretince ironik değilmiş gibi!
Bence bu toplantı Ulaştırma Bakanlığını'nın internet ve tüm bilgi ve iletişim teknolojileri sektörü ile ilgili planlarını taçlandıracak. Bu tür konular eskiden e-Dönüşüm Türkiye İcra Kurulu'nun gündemiydi. Ulaştırma Bakanlığı bu kurulun kadük kalmasıyla birlikte mevzileri birer birer ele geçirmeye başladı.

Ama hatırlayalım, bu operasyon daha önce başladı... Taa 2006'da... Ulaştırma Bakanlığı önce Adalet Bakanlığı'nı by-pass edip 5651 çıkarıp TK'yı işin içine sokup interneti kendine bağladı. Sonra TK'yı BTK yapıp tüm BİT sektörünü benden sorulur dedi. Bu arada 5651 kapsamında oluşturulan bir kurul olan İnternet Kurulu'nu da bünyelerinde kurup, STK'ları içine alıp bir tampon mekanizması oluşturdular. Böylece Bilişim STK'larını etkisiz hale getirdiler.
Operasyonun bir sonraki adımı bakanlığın adını değiştirip Bilgi Teknolojileri ve Ulaştırma Bakanlığı yapmak...

Bu arada, Başbakanlık bünyesindeki e-Devlet Danışma Kurulu bir yasa taslağı hazırladı (E-devlet ve Bilgi Toplumu Yasa Taslağı). Bu taslağa göre bir kurul oluşturulacak ve e-devletle ilgili konular onlardan sorulacak. Buradaki niyet, kadük olan e-Dönüşüm İcra Kurulu yerine Başbakanlık bünyesinde yeni bir kurumsal yapı oluşturmak. Burada bir işbölümü ortaya çıkıyor...

Ulaştırma Bakanlığı çok geçmeden, önce BTK'nın yetkilerini genişleten bir yasa tasarısı, sonra da bakanlığın adını değiştirecek bir başka yasa tasarısı gündeme getirecektir. Bunu yapabilir, çünkü Başbakan e-devlet konusunu umursamakla birlikte, geri kalan konularla Ulaştırma Bakanı’nın ilgilenmesinden memnun olacak gibi görünüyor. Dolayısıyla Başbakanlık'taki danışma kurulunun işi zor (bu arada hazırladıkları yasa tasarısı tamamen merkeziyetçi ve başarısız olmuş eski yapının zaaflarını şiddetlendirerek yansılayacak gibi görünüyor. Bkz. "e-Devlet ve Bilgi Toplumu Kanun Tasarısı Taslağı": Yönetişim fobisi, Özgür Uçkan)

Sansürün geleceğinde, üç vadeye kadar, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın devreye girmesi ve HADOPI-OPPSI yasalarından “esinlenilen” yeni Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nu görüyorum! Bu konuda Ulaştırma Bakanlığı da destek olur, çünkü yeni yasaya göre izleme-denetleme işini BTK bünyesindeki TİB (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı) yapacak. Bu da TİB'e iyi bir bütçe aktarımı ile IP bazlı izleme için yeni bir sistemin kurulmasıyla mümkün olacağına göre! Al gülüm ver gülüm..

Bütün bunların üstüne Genelkurmay Başkanlığı, çekmecesindeki Ulusal Bilgi Güvenliği Yasa Tasarısı'nı çıkarırsa, olay taçlanır o zaman.

Hala kişisel verilerimizin hukuki korunma altında olmadığını, bu konudaki yasa tasarısının yıllardır Meclis’e gelip gelip geri döndüğünü, kolluk kuvvetlerinin istisna talepleriyle delik deşik olmuş bir şekilde çıkarsa da kadük olacağını düşünürsek (Bkz. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun devlet sırlarıyla kadük hale gelmesi...), işimiz zor...

Yani, sansür mekanizması, dinleme, izleme, denetleme mekanizmalarıyla birleşerek büyüyecek, anayasal hakkımız olan düşünce ve ifade özgürlüğümüzün yanı sıra iletişim özgürlüğümüz ve bireysel mahremiyet hakkımız da ihlal edilecek demektir.

Daha önce söyledim. Ama tekrarlamam gerek: Bu mekanizma siyasi partilerin eseri değil. Bu, merkeziyetçi, hantal, atıl ve eski paradigmaya bağlı yönetsel modelin ve onun ürünü olan bürokratik sistemin eseri...

İktidar, zannettiğiniz gibi hükümetten değil, bu devasa sistemden oluşuyor. Kimin hükümet olduğu değil önemli olan, sistemin özü önemli. O yüzden bu kısa tarihte de bir “devamlılık” görüyorsunuz.

İktidarlar her yerde “düzenleme”den denetlemeyi, izlemeyi ve yönetmeyi anlarlar. Demokrasi bu anlayışın birey lehine denetlenmesi ve kısıtlanmasıdır. Hukuk devleti budur: hukukun bireyi devletten koruduğu, bu amaçla devleti denetlediği, açık, şeffaf, sorumlu ve hesap verebilir sistem...

Bu yazıda sergilediğim gelecek öngörüsü, tecrübelerime dayanarak edindiğim, “distopik” bir bakış... Yani, bu kısa geçmişte olup bitenleri alıp mantıksal sonuçlarına doğru izlediğimde böyle bir gelecek tasarımı elde ediyorum. Umarım yanılıyorumdur.

Ama şuna da inanıyorum: Eğer yanılırsam, beni yanıltacak olan “onlar” değil, sizler, "net vatandaşları", netdaşlar olacaksınız!

7.08.2009

İnternetinizin ayarlarıyla oynamayın! - Kemal Kılıçdaroğlu, Facebook ve İnternet Sansürü…


Sansüresansür hareketi "minumum ortak payda"da uzlaşmak temelinde işlev görür. Bu ortak payda da, fikir ifade-iletişim özgürlüğü odaklı olarak, kimden gelirse gelsin, her türlü sansür girişiminin karşısında durmaktır. Sansüresansür hareketinin kendisine ait bir siyasal tavrı bulunmamaktadır. Üyelerinin siyasi görüşü de hareketi bağlamaz. Biliyorum, kabul etmesi zor geliyor, ama böyle… Ataletin avara kasnak dolabında dönenip dururken ilerlediğimizi zannediyoruz. İster "sansüresansür" deyin, ister "sansüre hayır, basta, non, vs." deyin… Çünkü ister inanın, ister inanmayın, bu gidişat hepinizi bir biçimde etkileyecek. Sansür bir mekanizmadır, siyasi partisi, sahibi, aklı yoktur, dokunmayacağı fikir, ifade, iletişim kanalı olamaz. Böyle giderse hepiniz engelleceneksiniz. Siz hala "internetinizin ayarlarıyla oynayın"!

6 Temmuz 2009 günü Türkiye'de artık sıradanlaşmış olan internet erişim engelleme konusuyla ilgili küçük bir kıyamet koptu. Erişime engellenmesi söz konusu olan site biz Türklerin pek sevdiği "Facebook" olunca ortalık karıştı. Aslında işin komik tarafı, haber oldukça eskiydi. Beş ay kadar eski! Peki ne olmuştu da, hemen her gün bir site daha sansür kuyusuna gömülürken şimdi millet "gidiyor Facebook da elden" diye galeyana kapılmıştı?
Mart ayı ortalarında, o sırada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için yarışan Kemal Kılıçdaroğlu, kendisi hakkında "PKK'lı olduğu" söylentisini yayan bir Facebook grubunu engellemek için Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde dava açtı. Dava şu günlerde çoğu kişinin sandığı gibi meşhur internet sansür yasamız 5651'e değil, Medeni Kanun'un hakaret ve kişilik haklarıyla ilgili maddelerine dayanılarak açılmıştı. Kılıçdaroğlu'nun avukatı Mutluhan Karagözoğlu'nun konuyla ilgili beyanı aynen şöyle: "Biz de sayfanın kapatılması için mahkemeye başvurduk. Eğer sayfa kapatılamıyorsa Youtube gibi Facebook'un da kapatılmasını istedik. Mahkeme sayfaya ihtiyati tedbir kararı koydu. Eğer sayfaya tedbir konulamıyorsa siteye erişimin engellenmesine karar verdi." Bu, "ilgili içeriği engelleyin, mümkün değilse siteyi engelleyin" şeklinde rutin bir başvuru… Çokça tartışılan A. Oktar davaları da aynı hukuki prosedür işletilerek "wordpress"in toptan engellenmesiyle sonuçlanmıştı. Bu davada da sonuç aynı olacak ve Facebook toptan kapatılacaktı. Çünkü Türkiye'de ilgili içeriğin engellenmesi söz konusu değil. İlgili kurumlar bununla uğraşmıyor, şalteri indiriveriyor!
Ne oldu da Facebook hala açık peki? Şimdi bir tarafa bakarsanız, "hükümet Kılıçdaroğlu'nun hakkını çiğnedi ve Youtube'u rahatlıkla kapatırken Facebook'a dokunmadı, çünkü işine öyle geliyor". Diğer taraf da, "bakın AKP kapatırken bağırıyordunuz, işte CHP de sansürcü" diye eğleniyor.
Tarafların bu verimli toprağı nasıl sürdükleri beni ilgilendirmiyor. Ne oldu da böyle oldu sorusunun hukuki cevabı şöyle: Dava açıldı, beklendiği gibi sonuçlandı ve engelleme kararı çıktı. Dava hızlı bir şekilde görüldü. 20 Mart'ta engelleme kararı çıkmıştı. Ama mahkeme kararının uygulanması için tebliği ISS'lere (İnternet Servis Sağlayıcılar) değil de TİB'e (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı) yaptı. (Belki onlara da yaptı, bilmiyorum, ama asıl tebliğ TİB'e yapıldı) Bu hukuki prosedüre uygun değil. Çünkü TİB, 5651 sayılı yasayla kurulmuş bir kurum ve görevi bu yasadaki 9 katalog suçla sınırlı. Hakaret ve kişilik haklarına saldırı bu suçlar arasında değil. Bu gibi kararlar mahkeme tarafından doğrudan ISS'lere tebliğ edilir ve onlar da uygular. (Türk Telekom'un fiili tekeli devam ettiği için, çok uğraşmazsınız, adres bellidir: TTNET.) Ama nasıl olduysa tebliğ TİB'e gitti, onlar da vermeleri gereken cevabı verip, "bu işlere biz bakmıyoruz, yetkimiz dahilinde değil, adres şurasıdır, hatta isterseniz Facebook'un adresi de burasıdır" yollu bir cevap verdiler. ISS'lere herhangi bir tebliğ yapıldı mı, bilmiyorum. Ama yapıldıysa ve tebliğin TİB'e de gittiğini görmüşlerse, sürecin sonucu beklemiş olmalılar. Böylece karar da uygulanamadı. Bakın, bu ironik bir durum!
Bu arada dava sürerken Facebook, akıllıca davrandı ve söz konusu grubu kapatıp ilgili içeriği sistemden kaldırdı. Böylece şikâyet konusu suç da ortadan kalkmış oldu. Kılıçdaroğlu uluslararası "notice & takedown" (yani, bildir ve kaldırt) yöntemini kullansaydı bu sonuca çok daha hızlı bir biçimde ulaşabilirdi. Üstelik bu prosedür, hakarette bulunan kişi veya kişilerin saptanabilmesi halinde onlara karşı dava açma hakkını da ortadan kaldırmıyor. "Medeni dünya" genellikle böyle davranıyor. Bizde ise böyle daha "kökten" çözümler nedense tercih ediliyor. Muhtemelen ciddiye alınmayacağımız ve sonuç alamayacağımız kuşkusu taşıdığımız içindir. Ya da sansür siyasi meşrebimize uyduğu içindir. Neyse, konu şimdi bu değil.
TİB tebliği muhatabı olmadıkları gerekçesiyle iade edince, Kılıçdaroğlu, "mahkeme kararına rağmen" siteyi engellemiyor diye bu kez TİB ve Başkanı Fethi Şimşek hakkında suç duyurusunda bulundu. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı durumu inceledi ve TİB Başkanı hakkında kovuşturmaya gerek olmadığı kararını verdi. Çünkü yukarda da belirttiğim gibi, TİB'in internet konusunda 5651 ile sınırlı bir yetki alanı var. Ama Kılıçdaroğlu bu karara bu kez başka konularla ilgili olarak şu sıralar ün kazanmış bulunan Sincan Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz etti. (Malum, TİB aynı zamanda yasa çerçevesinde iletişim dinleme işlerine de bakıyor. Sincan Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz da Ergenekon davası kapsamında dinlemeye takılanlardan biri. Bir şey ima etmiyorum, yanlış anlaşılmasın, ama sonuçta Kılıoğlu'nun mahkeme seçimi böyle oldu.) Mahkeme de TİB Başkanı Fethi Şimşek hakkındaki takipsizlik kararını kaldırdı ve "görevi kötüye kullanmak"tan kamu davası açılmasına karar verdi. Bu karar ilginç. Çünkü 5651 birçok konuda çok muğlâk bir kanun olmasına rağmen, TİB'in yetkileri konusunda kanun da yönetmelikler de çok net: TİB, 5651 kapsamındaki 9 katalog suçla ilgili olarak erişim engelleme yetkisine sahiptir. Nokta! Sincan Ağır Ceza Mahkemesinin kararının gerekçesini bilmiyorum. Malum, biz sade vatandaşlar öyle isteyince bu tür bilgilere ulaşamıyoruz. Ama kanunu ve yönetmeliği bildiğim için bu yargılamanın sonucu hakkında da pek kuşkum yok. Fethi Şimşek görevi kötüye kullanmış olamaz, çünkü yetkisi yoktur, dolayısıyla beraat eder. Bu durumda ortaya ekilecek başka bir verimli arazi çıkar tabii, o başka!
Bu arada Kılıçdaroğlu'nun avukatının "Youtube" benzetmesi tamamen temelsiz. Youtube, 5651 kapsamındaki katalog suçlardan biri olan "Atatürk'ün manevi şahsiyetine hakaret" ten engellendi, herhangi bir siyasetçiye hakaretten değil. TİB 5651 ile kurulmuş ve yetkileri bu kanunla sınırlı bir kurum. Youtube'u kapattı, çünkü kanun öyle diyor. Kılıçdaroğlu Medeni Hukuk'a dayanarak hakaret davası açtı. Mahkeme kararını uygulamak mahkemece tebliğ edilmesi gereken ISS'lere düşüyor, TİB'e değil.
Neyse, sonuç olarak, eğer mahkemenin Facebook ile ilgili kararı uygulansaydı, sonuç Facebook'un toptan engellenmesi olacaktı. Şimdi, bazıları da diyorlar ki, "Kılıçdaroğlu, ilgili grubu engellemek için başvurdu, Facebook'u kapatmak için değil." Bu, bilgisizlikten ileri geldiğini düşünmek istediğim bir çıkarsama. Çünkü TİB ve ISS'ler "nesne temelli engelleme" yani sadece ilgili içeriğin engellenmesini sağlayacak teknoloji konusunda herhangi bir yatırım yapmadıkları ve onları bunu yapmaya zorlayan herhangi bir düzenleme de bulunmadığı için, sonuç, her zaman, istisnasız olarak sitenin toptan erişime engellenmesi oluyor. Avukatlar da bu durumu bal gibi biliyor. Yani, eğer Kılıçdaroğlu'nun şikayeti sonucunda alınan karar uygulansaydı, sonuç Facebook'un toptan kapatılması olacaktı. Kimse "valla ben sadece o sayfayı engelletmeye çalıştım" demesin. Nitekim Kılıçdaroğlu'nun avukatı da klasik başvuruyu yapmış zaten: "sayfaya, "mümkün değilse" siteye diye. Eh, mümkün olmadığı bilindiğine göre, bu da ba Facebook'u toptan engellemeye çalışmak demek oluyor...
Facebook ilgili sayfayı kaldırıp grubu kapatmasaydı, Türkiye'nin koşulları gereği toptan engellenecekti. Bunu Kılıçdaroğlu da avukatı da gayet iyi bilmektedir. Hele ki Kılıçdaroğlu gibi, siyasi faaliyetinin önemli bir bölümünü hukuki takip işine vakfetmiş bir siyasetçi! İşte, bu bilgi dahilinde, "notice&takedown" yöntemi yerine bu hukuki prosedüre başvurmak, sansür girişimi değil de nedir?. Bu dava şekil itibarıyla A. Oktar davalarıyla birebir aynıdır ve aynı şekilde sonuçlanmıştır. Tek fark, dava sonrasında Facebook'un akıllı davranıp sayfayı kaldırması olmuştur.
Türkiye'de bir sitede size yapılan hakareti, o siteye erişimi toptan engelletmeden önlemenin tek yolu o içeriğin siteden kaldırılmasını sağlamaktır. Bunun için de hem hukuki yolları kullanırsınız hem de site yöneticileriyle irtibata geçersiniz. Nitekim Facebook içeriği kaldırmış ve grubu kapatmış. Ne zaman yeni bir düzenleme ile ISS'ler ve TİB'in tek bir sayfanın ve belli bir içeriğin engellemesi için yapmaları gereken yatırım zorunlu kılınır, o zaman bu gibi durumlarda sansürden söz etmekten kurtuluruz. (Yanlış anlaşılmasın, sansür devam edecektir, ama biraz daha zorlaşacaktır sadece. Bu arada, "nesne temelli engelleme"nin de bazı sakıncaları olduğunu şöyle bir belirterek geçeyim…)
Bu karmaşık, siyasi açılımları olan ve dezenformasyona battığımız olayın umarım hepimize öğrettikleri olmuştur:
Türkiye'de internet sansürünün tek sorumlusu 5651 sayılı internet yayıncılığı yasası değildir. Terörle Mücadele Kanunu, Medeni kanun, Türk Ceza Kanunu, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gibi düzenlemelerde erişim engelleme konusunda yargıya müphem bir hareket alanı bırakan birçok madde bulunmaktadır. İnternet sansürüyle mücadele, fikir, ifade ve iletişim özgürlüğü odaklı olarak çok daha geniş bir çerçevede verilmelidir. Bu yasalar da mutlaka birey hakları korunarak yeniden düzenlenmelidir. İnternet ve bilişimle ilgili olarak yargı mensupları eğitilmeli ve uluslararası internet hukuku prensipleri konusunda bilgilendirilmelidir. Adli bilişim (computer forensic) konusuna önem verilmeli, özellikle de delil toplama ve analiz etme bakımından uluslararası standartlara uyulmalıdır. Konuyla ilgili ihtisas mahkemeleri kurulması konusu da hukuki çerçevemiz göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Ama AKP'nin, CHP'nin, MHP'nin ve dönemin cumhurbaşkanının ortak ürünü olan, ana akım siyasetin ve medyanın elbirliğiyle kotardığı 5651 sayılı anayasaya aykırı yasa bir an önce iptal edilmelidir. İnternet gibi, bilgi toplumu ve ülkenin kalkınması ve refahıyla doğrudan ilgili bir alanda olumsuz düzenlemelerden kaçınılmalı ve artık gelişmiş ülkelerde standart bir araç haline gelen "hukuksal risk analizi"ne başvurulmadan düzenleme yapılmamalıdır. Yani bir düzenlemenin ülkeye neye mal olacağını analiz etmeden kestirme yollara sapılıp topluma zarar verilmemelidir.
Bu olayın siyasi tarafları olduğu ve konu da Facebook olduğu için bu kadar yankı yarattı. Yoksa hemen her gün kaç site engelleniyor, ruhumuz bile duymuyor! Üstelik bunların neden engellendiği konusunda mesela TİB bir açıklama bile yapmıyor. Bakın, işte asıl bu konuda "görevini kötüye kullanıyor"! Bunu bilmeye hakkımız var çünkü.
Açıkça söyleyeyim, ben Facebook'un da engellenmesini tercih ederdim. Hatta Google'ın da… Memlekette tepki uyandırmak ve kamuoyu oluşturmak için bu tür "skandallara" ihtiyacımız olduğunu düşünmeye başladım çünkü. Youtube kesmiyor…
Ataletin avara kasnak dolabında dönenip dururken ilerlediğimizi zannediyoruz.

Son olarak, bu beş aylık eski haberin "Sincan&Ergenekon&Hükümet&Muhalefet" formülüyle yeniden pişirilmesine tamı tamamına 12 saat geç tepki verdi diye "Sansüresansür" hareketine, "vay siyasi davranıyorsunuz, görmezden geliyorsunuz" diye yüklenenlere bir çift söz söylemek isterim: Sansüresansür hareketi "minumum ortak payda"da uzlaşmak temelinde işlev görür. Bu ortak payda da, fikir ifade-iletişim özgürlüğü odaklı olarak, kimden gelirse gelsin, her türlü sansür girişiminin karşısında durmaktır. Sansüresansür hareketinin kendisine ait bir siyasal tavrı bulunmamaktadır. Üyelerinin siyasi görüşü de hareketi bağlamaz. Biliyorum, kabul etmesi zor geliyor, ama böyle…
Olmadı yani, olmadı… Kendinize bir bakın: Bu olayla ilgili olarak beş ay geç kalmışsınız siz… Çoğunuz yıllarca geç kaldınız. Çünkü ülke bu yola taa 2000'de girdi… İşte bugünlere geldik…
Biz, enerjinizi her türlü sansüre karşı kullandığınızı görmek isteriz. İster "sansüresansür" deyin, ister "sansüre hayır, basta, non, vs." deyin… Çünkü ister inanın, ister inanmayın, bu gidişat hepinizi bir biçimde etkileyecek. Sansür bir mekanizmadır, siyasi partisi, sahibi, aklı yoktur, dokunmayacağı fikir, ifade, iletişim kanalı olamaz.
Böyle giderse hepiniz engelleneceksiniz. Siz hala "internetinizin ayarlarıyla oynayın"!

Kayıt:

İlgili Frienfeed girdileri:
http://friendfeed.com/mserdark/328c0c85/kemal-kilicdaroglu-nun-facebook-u-sansurleme
http://friendfeed.com/melihbayramdede/8120b2c7/sincan-agr-ceza-mahkemesi-kemal-klcdaroglu-nun
http://friendfeed.com/tinca/18853da5/fwd-klcdaroglu-dan-facebook-soku-haberi
http://friendfeed.com/sansur/d2e7d1df/klcdaroglu-dan-facebook-soku-haberi
http://friendfeed.com/miocaro/3ecb7b78/sansuresansur-kemal-klcdaroglu-nun-facebook
http://friendfeed.com/ozuckan/f095f323/facebook-kapansn-bence-hatta-onu-uc-vakitte
TİB Basın duyurusu:
http://www.tk.gov.tr/Basin_Duyurular/Bulten/2009/tib06082009.pdf
Haberler:
http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=202710
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12224699.asp?gid=229
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/12124337.asp
http://www.haberturk.com/yazioku.asp?id=10615
http://www.nethaber.com/Politika/111075/Kemal-Kilicdaroglu-Facebook-hakkinda-kapatilma-karari-aldirmisti
http://www.aksam.com.tr/2009/08/07/haber/guncel/5628/simsek_e_yargilama_karari_.html
http://www.ntvmsnbc.com/id/24981592/
http://www.ntvmsnbc.com/id/24989498/
http://www.sabah.com.tr/Siyaset/2009/08/06/baskana_facebook_davasi
http://www.haberform.com/haber/facebook-kilicdaroglu-kilicdaroglu-gkkli-iddiasi-25119.htm
http://sondakika.com/haber-kilicdaroglu-facebook-u-kapattiramadi-1731873/
http://arkasokak.net/ana-sayfa-haberleri/52592-facebook-kilicdaroglunu-yendi/

6.08.2009

SansüreSansür Kemal Kılıçdaroğlu'nun Facebook olayında kapatma kararı çıkarttırmasına tepki duyuyor.

Bunu söylememe bile gerek var mı bilmiyorum ama varmış demek ki. Sansürün her türlüsüne karşıyız, kimden geldiğinin önemi yok.

Zira öyle olmasak sitemizde bize ana avrat düz giden postları da yayınlamazdık mesela. Facebook grubundaki yorumları filtrelerdik ya da ADD ile A.O'yu aynı anda eleştiremezdik, birinden birini seçerdik.

Biz öyle yapmadık. Aynı düşüncede olduğumuz, oy verdiğimiz insanlar dahi olsa sansürü uygulayanlar, sansüre karşı durmayı seçtik.

Dolayısıyla evet. Sansüresansür Kılıçdaroğlu'nun Facebook'un kapatılmasını istemesini tabii ki kınıyor. Hatta A.O'dan daha fazla kınıyor. Bu sansürle savaşacağına inanılırken, seçim kampanyasında interneti kullanımıyla öne çıkarken, şimdi yanlış işleyen çarkların avantajlarından faydalanmayı seçmemeliydi. Derdi her neyse ne, başka türlü bir savaşı seçmeli ve hatta kalkıp demeliydi ki: "Evet böyle bir olay var ama ben kapattırma talebiyle gitmeyeceğim. Onun yerine başka her yolu deneyeceğim çünkü kapatılmalara ve sansüre prensipte karşıyım, bu ülkenin insanlarının bilgiye erişimini engelleyecek herhangi bir şeyin parçası olmak, buna katkıda bulunmak istemiyorum."

Olması gereken buydu, olmadı.

Daha önce google pages vs. ADD olayında yazmıştım, sansürün parçası olmak, bunu kabullenmek demektir ve bu, hiçbir şekilde, ileri görüşlülüğe sığmaz.

Hatta ben, şahsen ben, yani Deniz Tan, bu durum karşısında o kadar büyük bir hayal kırıklığı içindeyim ki... A.O gibilerden zaten başka türlüsünü beklemiyorum ama oy verdiğim, baya ciddi şekilde desteklediğim bir politikacının bile bunu yapıyor olması beni inanmadığım, sevmediğim partilerin yapmasından daha fazla etkiliyor, daha fazla umutsuzluğa sürüklüyor. Geçin sırf oy verdiğim bir politikacı diye eleştirmemeyi, görmezden gelmeyi, ben bir seçmeni olarak, kendisi tarafından ekstra aldatılmış hissediyorum kendimi. Kendisine oy vermemiş olanlardan, kendisini sevmeyenlerden daha çok tepkiliyim bu yüzden. Bu da benim kendi şahsi görüşüm, merak edene.

İşin en ilginç yanı ise ilk 12 saat içinde tepki vermedik diye bin türlü suçlamaya maruz kalmamız oldu. Olay bugün patladı, nedir ne değildir, beklemek isterdim. Bugün geçirdiğim kötü ve yoğun günün etkisiyle değil, yarın sakin kafayla farklı kaynaklardan araştırarak, özenerek yazmak isterdim bu yazıyı. Olmadı. Tepki istediniz ve illa ki şimdi olsun istediniz. Peki o zaman, buyrun tepki. Evet hiç de araştıramadım ve evet, duygusal bi yazı. İstediğim etkinlikte değil. Ama bunu siz talep ettiniz.

O yüzden buyrun:

Evet, SansüreSansür Kemal Kılıçdaroğlu'nun Facebook olayında kapatma kararı çıkartırmasına tepki duyuyor.

Sansüresansür olarak politikleşmedik hiç. Şimdi de politikleşmiyoruz ve hala ve her zaman şunu savunuyoruz:

"If we don’t believe in freedom of expression for people we despise, we don’t believe in it at all." — Noam Chomsky

Yani ne diyor? Sevmediğimiz insanlar için bile ifade özgürlüğü olması gerektiğine inanmıyorsak, ifade özgürlüğüne hiç inanmıyoruz demektir.

Ama biz inanıyoruz.

Ben karar verdim.İ-na-na-mı-yo-rum!

Sevgili devlet büyüklerimizin hayranıyım ben.Öyle ki gidip bir koşu imza alacağım gördüğüm yerde! İsteyeceğim onlardan, şu sansürün altına bir imza, şunun da lütfen.Hatta gözünüze siyah bant çekelim, sonra böyle bir foto alalım.Madem hayırlı ve güzel bir iş yaptık ee o zaman sizin fotoğrafınızda bu hayırlı(!) ve güzel(?) işin yer almasının bir mahsuru olmasa gerek.Facebook'ta PKK'lı videolar varmış.Bu yüzden kapatılsınmış.Hatta dişe diş kora kor mücadele edilsinmiş.Oldu o zaman, dışarıda bomba patlatıyorlar PKK'lılar, hemen bir saniye vakit kaybetmeden sansürleyiniz efenim.Maazallah psikolojimiz bozulur, PKK'lı oluveririz.Hatta siz bizi bu hayattan soyutlayınız yaşamayalım.Benim yerime sınava da girin lütfen.Nasıl olsa her şeyi yapıyorsunuz benim yerime.Hangi takımı tutacağımı söylemediniz ama ! çok bozuldum şimdi.Hele ki o beyaz pantolonun altına hangi renk(!) superstar giyeceğime karar vermemişken bu yaptığınız olmadı ama.Mesela internet hızımı da seçmeyi bana bıraktınız, benim daha aklım yetmez lütfen bir el atın...Hani Facebook'a girip girmeme sen karar veriyorsun ya.Bunlara da bir el at be hacı...

Çok sıkıldım geçen.Çıktım dışarı, üç beş tur atarım düşüncesiyle.Bir de ne göreyim! Kız mor gömlek giymişşşş.Sordum sen mi seçtin bunu giymeyi diye.Demez mi ayna karşısında deneyerek seçtim.Eyvah! dedim ve hemen uzaklaştım.Devlet büyüklerimiz bir yargıya varmadan gömlek giymiş kızcağız.Ağbi naptın sen yaa diyesim geldi sayın büyüklerim size! Baksanıza kız o kadar çaresiz kalmış ki kendi karar vermiş ne giyeceğine.Çok üzüldüm...Psikolojisi çökmüştür.Eee haklı olarak tabi.Yoksa bizim kültürümüzde yok yani kendi başına karar vermeler ne istediğini belirtmeler vesaire.Haliyle böyle bir durumda kalınca kızcağız psikolojikmen, sizin yaptığınız binalar gibi çöküverdi.Eee buna da alışığız sorun yok.Hadi öptüm.Selametle...

1.07.2009

Halen kapalı olan Bloggum.com'dan gelen açıklama


"Merhabalar

Bloggum.com‘un erişime kapatılmasında telif hakları nedeni ile mahkemeye başvuran ve sitemizin kapanmasına sebep olan Digitürk daha öncede başka bloglarla bu olayı yaşamış ve daha duyarlı davranması gerekirken farklı illerde iki dava açarak önümüzü tamamen kapatmıştır.

Biz site yöneticileri olarak sakıncalı içeriği yayından kaldırmış bulunmaktayız.Bu durum avukat takibinde aylarca devam etmiş ve üstümüze düşen görevleri yaptığımız halde mahkemenin red kararı ile karşılaşmış bulunmaktayız.

Bu durum milyonlarca insanın iletişim ve gelir kaynağında kayıp yaratmış ve ülkemizin yurt dışındaki imajını bir kez daha zedelemiştir.Umarız bu sorun bizlere ve bizden sonrakilere daha çok zarar vermeden son bulur.Bu konuda herkezin desteğini bekler sonsuz saygılarımızı sunarız.


Bloggum Yöneticileri"

30.06.2009

Google Sites da kapatıldı! Dikkat, demokrasi bir seyir sporu değildir…

Özgür Uçkan

“’İletişim’ (communication) ve ‘topluluk’ (community) sözcükleri aynı köke sahiptir. Nerede "iletişim" varsa orada bir "topluluk" da vardır. Ne zaman bir topluluğun iletişimini engellemeye, kısıtlamaya ya da erişilmez hale getirmeye çalışırsanız, topluluk varlığına saldırdığınızdan dolayı kendisini savunacaktır…”
Bruce Sterling – The Hacker Crackdown


Daha önce “Wordpress” , “Google Groups”, “Blogspot” gibi geniş paylaşım platformlarına yönelik erişim engelleme kararlarına bir yenisi eklendi ve “Google Sites” kapatıldı. Türkiye'den “Google Sites” sayfasına girmeye çalışan kullanıcılar, "Denizli 2. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 24/06/2009 tarih ve 2009/392 nolu KORUMA TEDBİRİ kapsamında bu internet sitesi (sites.google.com) hakkında verdiği karar Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'nca uygulanmaktadır." mesajıyla karşılaşıyor.

Google’un “sites” alt alanı, bir tür blog servisi gibi hizmet veriyor ve insanlar bu alt alanda, html kodlama gibi uzmanlık isteyen işlerle uğraşmadan kendilerine ait web sitesi yayınlayabiliyor. Dolayısıyla kapatılan sadece bir web sitesi değil, yüzlerce, binlerce kişinin kullandığı bir yayın platformu. Şikayet konusu olan siteyi bilmiyoruz; ama hep yapıldığı gibi, söz konusu siteyle hiç ilgisi olmayan çok sayıda kullanıcı mağdur edilmiş durumda. Daha önce de defalarca yazdığım, çoğumuzun da yazdığı gibi, “nesne temelli erişim engelleme” uygulanabilir ve bu kadar geniş bir platformu engellemek yerine sadece şikayete konu olan sitenin erişimi engellenebilirdi. O sitenin sahibi de dilerse bu karara itiraz edebilr, hukuki süreç işleyebilirdi.

Burada resmen bir sansür olayı ile karşı karşıyayız. Bu devasa platformun neden kapatıldığını bilmiyoruz. Bu bize söylenmiyor. Koruma tedbiri kararının içeriğine ulaşamıyoruz. Sadece tahminler yürütüyoruz. O platformda benim de sitem var. Bu kararın benimle ne ilgisi var? Ben ne diye mağdur ediliyorum? Beni niye cezalandırıyorsunuz? Bunun neresi hukuki? Bu durum, “kanunsuz suç olmaz” ilkesiyle açıkça çelişmiyor mu? Kanuna göre suçlu kimse gidin onu cezalandırın! Benim ne suçum var?

İnternet hukuku konusunda uluslararası standartlar getiren çalışmaların gerçekleştirildiği Harvard Hukuk Fakültesi "Berkman Center"dan John Palfrey, ünlü 5651 sayılı yasamız ile ilgili olarak, "Türkiye çıplak bir kararın eşiğinde" diyor. Palfrey, "OpenNet" ekibinin ortak ürünü "Access Denied" (Erişim Engellenmiştir) adlı kitabın tanıtımı için ülkemize yaptığı ziyaret sonrası izlenimlerini kaleme almış. Yazar, 5651'in özellikle şu açılardan sansür yolunu açtığını düşünüyor: internet denetimi konusunda otoriteye verilen neredeyse sınırsız yetki; tek bir adresin değil tüm alanın erişiminin engellenmesi; uluslararası içerik sağlayıcıların Türk otoritelerine kayıt yaptırmak zorunda olmaları…

Palfrey’e göre Türkiye, bazı insanların zararlı şeyler yapmaları ve söylemeleri riskini göze alarak inovasyon ve yaratıcılığı getiren internete açılmak ile yeni teknolojiler de dâhil olmak üzere devasa internet alanlarını yasaklamak arasında seçim yaparken yalnızca ülkenin geleceği konusunda bir karar vermiş olmayacak; bu karar aynı zamanda internetin geleceğini de etkileyecek. Eğer Türkiye sansür, denetim ve gözetim toplumları ligine geçerse, bu, interneti yerel ağlara bölmek yolundaki küresel eğilimi körükleyecek: "Dünya çapında ağ", yerine "Çin çapında", "İran çapında", "Türkiye çapında" bir sürü küçük ve "denetlemesi kolay" ağ… Bu son karar Türkiye’de “otorite”nin seçimini net bir şekilde gösteriyor: İnternet sansürü...

Sansürden kurtulmak için ne yapılması gerektiği açık: "gayrı sivil" anayasamızın bile koruduğu "ifade ve iletişim özgürlüğü" ile açıkça çelişen yapısı gereği 5651 acilen kaldırılmalı ve yeni bir düzenlemeye gidilmeli; hakaret nedeniyle erişim engellemeye gitmek yerine nesne engelleme yapılmalı; Fikir ve Sanat Eserlerini Koruma Kanunu yeniden gözden geçirilmeli; internet ile ilgili davalara bakacak ihtisas mahkemeleri kurulmalı. Ama öncelikle internet sansürünün bu ülkeye maddi ve manevi olarak neye mal olduğunun hesabı bir çıkartılmalı, ki soralım…

Bu işin hukuki kısmı. Bir de sosyal boyutu var. Türkiye’de internet nüfusu neredeyse dörtte bire ulaştı. Ama bu kitleye “nüfus” demekten hala çok uzağız. İnternetten hayatını kazananlar bile bu sansür karşısında seslerini çıkarmıyorlar. İki gündür “Friendfeed” ve "Twitter" platformlarında yapılan tartışmaları izliyorum. Elbette bir katılım var, insanların çoğu da sansüre karşı, ama çoğu “internet profesyoneli” (bu da ne demekse artık!) her zamanki geyiklerini döndürmeye devam ediyor. Bunun bir açıklaması bu güzide kitlenin tünel, kalkan, opendns vs. kullandığı için bu dünyevi meseleye uyanamamış olması olabilir. Ama sosyal ağlarda “kim benim için ne dedi” avında oldukları için tartışmaları kaçırmış olmaları imkansız. Bu “profesyoneller”, geniş kitlenin, yani onların “hedef kitlesinin” bir süre sonra “viral kampanyalarıyla” tanışamayacak hale gelmesini de umursamıyorlar acaba?

Bu kitleye en güzel uyarıyı “Elma+Alt+Shift” blogunda Fırat Yıldız yapmıştı: “Konkurlarla ilgilendikleri için pek meşgul olan sevgili dijital ajanslar; internetin ne kadar önemli olduğunu henüz idrak edemeyen ve reklamcılığın sadece tv/basın olarak gören sevgili reklam ajansları; yine internete banner veren, oyunlu, hediyeli vs. site açan, mikro site kuran, blogları kullanan, viral reklamlarını yaymak dışında hiçbir şekilde harekete bile geçmeyen sevgili reklamverenler; büyük internet haber portalları, online marketler; internet girişimcileri, pazarlamacılar, bilgisayar mühendisleri, teknoloji şirketleri; sanatçılar, müzisyenler, yazarlar, gazeteciler… Ne zaman uyanacaksınız?”

Ne zamanki bizim internet kullanıcılarımız bir nüfus olduklarının bilincine varacaklar, iletişimin olduğu her yerde bir “topluluk” da olduğunu anlaycaklar, o zaman bir topluluk gibi davranmaya başlayacaklar... diye umuyorum.

Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim.

"Tutulma" isimli kısa filmimiz geri yüklendi Facebook yönetimi tarafından, evet ama nedense olay bitmiyor. Şimdi de Facebook grubunda videonun altında biriken, bazıları küfre varan yüzlerce yorumu izliyoruz şaşkınlıkla... Dumurla. Umutsuzlukla.

Tutulma from Memento Mori on Vimeo.



Kimileri ülkemizi rezil ediyorsunuz derken, kimileri neden türban yasağına da karşı çıkmıyorsunuz diyor. Kimileri sitemize ana avrat dümdüz gittikleri yorumlar bırakıyor, kimileri metaforları görmezden gelip "böyle bir şey yok ki, abartmışsınız" diyor. Kimileri teknik eleştiriler yapıyor, kimileri din ve ahlak dersleri veriyor. Kimileri "tunnel'dan giriyoruz işte" diyor, kimileri "çocuklarımızı korumak için kalkacak tabii o videolar" görüşünü savunuyor.

Ve çok azı destekliyor, "elinize sağlık" diyor. Gelen tepkilere cevap vermeye çalışıyor.

Ama maalesef, çıkan sesler sinir bozucu.

Bizler ki, bu ülkeyi sevdiğimiz için, bu ülke daha iyi şeylere layık diye düşündüğümüz için emek verip, enerji harcayıp, uğraşıp, didinip, cebimizden para çıkarıp, sabahlara kadar bu uğurda çalışıp, zaman artırıp, zaman kazanıp bir şeyler yapmaya çalışan bir avuç insanız... Bizler ki bu ülkenin insanları bilgiye ulaşabilmeli demeye çalışıyoruz, "Siz bizi elaleme rezil ettiniz, pis bölücüler" suçlamaları ne kadar da can acıtıyor. Bizler ki bu videoları, bu hareketi sadece bu ülkenin insanlarına "bak sansür budur, tunnel deyip geçme, bugün internetine, yarın hayatına." demek için yapmışız, yabancılara bu ülkeyi rezil etmekle suçlanıyoruz. İkinci Midnight Express vakası bile denmiş, hem de gazeteciyim diyen biri tarafından. Dış mihraklar, para, reklam geliri filan denmiş...

Vay be.

Ayıptır yahu. Bu ülke basın özgürlüğü endeksinde bilmemkaçıncı sıralardayken, internet konusunda neredeyse ayıplı ülkeler konumuna düşmüşken dünya gözünde, kimse sesini çıkarmayıp, tünellerle mutlu mesut yaşarken ayıbı eden biz miyiz?

Tek derdi "elalem ne der" olan insanların ülkesinde ama tabii makul bu tepkiler. Tecavüzcüsüyle evlendirilen kızların ülkesi burası, öyle ya. Biz ki barış için yola çıkan bir Pippa Bacca, vahşet içinde tecavüz edilerek öldürüldüğünde çıkan sesleri bile susturmak istemişiz, "aman dünya duymasın" diye. Sırf elalem ne demesin diye. Desin be elalem bişey, desin anasını satayım. Desin ki, değişsin bir şeyler, desin ki bir daha "elalem ne der" diye düşündürecek şeylerin kökü kazınsın. Ama bizim derdimiz o değil, biz ne yaşarsak yaşayalım, kendimiz yaşayalım, yeter ki etraf duymasın. Tek derdimiz bu.

Bu ülkede sivil inisiyatif gelişmiyor çünkü nankörüz biz. Birileri bir şey yapmaya mı çalıştı hemen saldırmayı biliyoruz da, hak aramayı bilmiyoruz. Türk cehennemi misali, yukarı çıkmaya, ses çıkarmaya çalışanı bacağından tutup aşağıya çekiyoruz. Oysa hak verilmiyor, alınıyor işte. Ama biz, hemen "seni anneme sölicem" misali, koşup büyüklere sığınmayı, büyük büyük laflarla göz korkutmayı, o da olmadı, küfretmeyi "Allah, cehennem, yüce, kutsal, ulu" gibi kavramlar ardına saklanmayı biliyoruz. Hep birileri, bir güç bizi korusun istiyoruz... Bizim sorumluluk almamıza gerek kalmasın. Düşünmemize, sorgulamamıza gerek kalmasın.

Ha şimdi sorarım ben, top oyununda bacağına tekme yedi diye, topu patlatıp, annesine koşan çocuk mudur kendini rezil eden? O çocuğa "bunu böyle yapman yanlış" diyen mi rezil eder çocuğu?

Herkes çok biliyor, kendi gibi düşünmeyene, demek ki ahan da böyle düşünüyordur diye etiketi basmayı. Bir görüşe karşı mı çıktı, tamam, ülkesini sevmiyor, pis bölücü, ahlaksız, iki yüzlü yılan, sahte domuz... Hatta arkasında kimbilir ne kazançları vardır bunların di mi? Yetmedi mi? Amerika vardır arkasında bu hareketin, yok yok, petrol yataklarını ele geçirmeye çalışıyolardır, büyük orta doğu projesinin parçasıdır sansüre karşı çıkmak. Kesmedi mi? Uzaylıdır bunlar hatta, ana avrat düz gidilesi yaratıklardır. İnsan değillerdir, di mi?

Ne kötü niyetlisiniz. Ve iyi niyetli olmak ne zor sizlerin arasında. Hiçbir iyilik cezasız kalmazmış. Ne kadar doğru.

"Tüneller var kardeşim, oradan giriyoruz, sanki siz girmiyor musunuz yasaklı sitelere? Yalan söylemesenize işte, herkes giriyor ya youtube'a."

Evet de, fare gibi, sinsi sinsi arka yollar bulmak mıdır özgürlük?

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

Nazım Hikmet

23.06.2009

Facebook kullanıcılarından Sansüresansür'e sansür?

Baran Gündüzalp'ın çektiği videomuzu Facebook'ta yüklemiştik. Birileri report etmiş gerekçesiyle, Facebook, hiçbir sakıncalı içerik barındırmayan videomuzu yayından kaldırdı. Sansüre karşı bir harekette, sansür yemek de ironiye ironi kattı.

SON GELİŞME: FACEBOOK VİDEOYU GERİ GETİRDİ. YİNE DE BİLGİNİZ OLSUN DİYE YAZMIŞ OLDUĞUMUZ MAİL AŞAĞIDA:

What if the abuse report tool is abused?
We are a civil initiative from Turkey called Sansure Sansur (censor the censorship!). We've been working to create awareness for the increasing internet censorship in our country. If you need examples, Youtube is banned since over a year, wordpress was banned at one time, richarddawkins.net is banned and so on... There has been talk on the possibility of banning Facebook as well but that didn't happen yet.

So the situation is this here in our country and we are using the social media, to spread the word, to remind people that censorship is a fact of our lives and that we should do something about it. In order to bring a momentum to the movement, several of our friends shot videos. One of them was Baran Gunduzalp's video. One of our group's members uploaded the video to his profile but then something strange happened. Facebook put it down claiming there has been reports.

Now, I'm looking at this video and I don't see any insults, any copyright violations, any offenses. It is almost without dialogue and shows a guy going through his everyday life while encountering the sound effect of a computer error as if everything in his life is banned. I'm sure you get the idea, it really talks about censorship being present everywhere, not only on the net. The only dialogue we hear is the one coming from TV and it is basically the news about recent censors (for example the one with Darwin when a magazine refused to put Darwin on the cover and the writer was fired). But those news aren't offensive or insulting and i can provide you with a translated transcipt if you like. The video is still present on various video sharing sites, if you'd like to take another look: http://vimeo.com/5281301

So, here is my question. Okay, you received some reports. But did you really watch this video? If yes, could you tell me what the possible problem was or what was it reported for? Why do they say it's offensive? Cause I can't really see the problem and I can't help myself but think that it is because of some people with bad intentions who are against our movement, using systematic reporting to get rid of this video. Because sincerely, this video is not in any way, offensive. And I was just hoping Facebook would understand the difference between rightful accusations and wrongful ones. I am all for user-reporting but the moderators have to look into the accusations so that the report system is not used for the wrong purposes.

The report tool was abused this time. And I'd like to report that. I'd like to report that there are some lying people who are using the report tool to get rid of ideas that they don't want to see. I don't know who they are, or what they stand for but because I know this video has nothing offensive, I know for a fact that, they are not honest. They are basically censoring us and Facebook which is an important social media, is helping them, instead of helping us. So tell me, what would happen if they stop us now and Facebook is also banned tomorrow in Turkey?

The whole world is seeing what's going on in Iran thanks to the social media and the internet. This is a force, we as internet users have to express our ideas globally. That's why you should seriously pay very good attention to what's being reported. In this case, I doubt you even watched this video because if you had watched it, you would have known immediately that there's nothing wrong with it.

This is what you say: "Facebook thoroughly reviews every report we receive to determine whether or not the content violates our Terms of Use. Any content that is considered sexually explicit, violent, malicious or otherwise offensive will be removed. If you received a warning about an item that was taken down, then we have established that it violated these terms."

That video didn't have any content of this matter nor it did violate any of these terms.

We'd really appreciate if you answer us and unless there is a copyright misunderstanding or a problem in this video that we are not aware of, we hope that this problem is solved as soon as possible by putting our video back online.