16.09.2011

Sayın Tayfun Acarer, pardon?


Beni son zamanlarda en çok eğlendiren haber, BTK Başkanı Sayın Tayfun Acarer’in, 22 Şubat 2011 tarihinde yayınlandığından beri ulusal ve uluslararası tepkilerin odağında olan, devlet eliyle zorunlu merkezi filtre kararını eleştirenlerin “pardon” demesini istemesi oldu! Açıklama şöyle: ''Herkesi içermeyen, tamamen tercihe bağlı bir şey sansür olarak, sansür kelimesiyle ilişkilendiriliyorsa, Türkçe anlamlar konusunda oturup düşünülmesi lazım. Bu kadar eleştiri yapanlar 22 Kasım'da ne diyecekler merak ediyorum. Uygulama başladığı zaman ne diyecekler çok merak ediyorum ama 'pardon' demek de bir meziyettir.'' (http://www.ntvmsnbc.com/id/25244357/)
BTK’nın ilk kararı, yani herkesi dört farklı profilden birine girmeye zorlayan merkezi filtre uygulaması madem sansür değildi, BTK niçin bu kararı revize eden ve profil sayısını ikiye indirerek tercihe bağlayan bir taslak daha yayınladı?  Sonra niçin bu taslak kararı 10 gün süreyle kamuoyunun görüşüne açtı? Bir çok kişi ve kuruluş görüş gönderdi, bunların bir kısmı medyada da yayınlandı. BTK niçin bu görüşlerin değerlendirmeye alınıp alınmadığını, nihai kararın resmi olarak neye benzediğini açıklamaya dahi tenezzül etmeden test sürecinin başladığını açıkladı?
Hukukçulara göre, resmi olarak ilkini ortadan kaldıran herhangi bir karar yayınlanmadığına göre, 22 Şubat tarihli resmi kararın yürürlüğe girmiş olması gerekiyor. BTK Başkanı Tayfun Acarer’e bakarsanız, taslak kararda sözü edilen test süreci başlamış bulunuyor!
Sayın Acarer, herhangi bir sözlükte “sansür” kelimesine bakarsa, yayınların önceden denetlenmesi ve yayımının izne tabi olması anlamına gelen bu kelimenin 22 Şubat kararına tam olarak uyduğunu görecektir. Yeni revizyon kararlarında içerikleri devlet eliyle denetlemeyi sürdürme ısrarından dolayı da örtülü ve kısmi sansürden söz edilebileceğini savunan çok kişi vardır.
Madem bir önceki kararları sansür değildi ve öyle olmadığını aylarca savundular, o halde niçin kararlarını değiştirdiler ve herkesi merkezi bir şekilde bir profile sokmak ısrarından vaz geçtiler? Sayın Acarer, sorumlu bir yönetici olarak önce bu soruya cevap vermelidir. Bu geri adımın arkasında ciddi kamuoyu baskısının, sokak protestolarının, demokratik zorun ve uluslararası toplumun tepkisinin bulunup bulunmadığını açıklamalıdır. Daha sonra, yetkisiz bir kurum tarafından alınan hukuki geçerliliği kuşkulu bu yeni anti-demokratik karara dair eleştirileri yanıtlamaya başlamalıdır. Hukuk devletlerinde böyle yapılır.
Ben Sayın Acarer’e “pardon” demek isterim, ama sonunda bir soru işaretiyle: Pardon?

5.09.2011

Özgür Uçkan Akşam Gazetesi Röportajı -tam hali

28 Ağustos tarihli Akşam gazetesi röportajının kesintisiz hali.

Akşam Gazetesi Hafta Sonu Eki – Görüş / Dr. Özgür Uçkan

A. - 22 Ağustos düzenlemeleriyle ilgili bayağı bir haber çıktı ancak durum belirsizliğini koruyor gibi görünüyor. Bazı değişiklikler, ek düzenlemeler bekleniyor mu?

Ö.U. -Durum ciddi bir şekilde belirsizliğini koruyor. Biliyorsunuz, BTK 22 Şubat 2011 tarihinde, dört profil (Çocuk, Aile, Yurtiçi, Standart) üzerinden merkezi bir filtre uygulaması kararını “İnternetin Güvenli Kullanımı” adıyla yayınladı. Kararın 22 Ağustos’ta yürürlüğe girmesi gerekiyordu. Bu arada, 22 Ağustos’a çok az bir süre kala, 4 Ağustos 2011’de, ilk kararı revize eden ve profil sayısını ikiye (Çocuk ve Aile) indiren, 22 Ağustos – 22 Kasım arasında İnternet Hizmet Sağlayıcılara yönelik bir test süreci konumlayan, bu filtre profillerinin içeriğinibelirleyecek bürokrat ağırlıklı bir kurul kurulmasını öngören bir taslak karar daha yayınladı. Bu taslak kararı 10 gün süreyle kamuoyunun görüşüne açtı (bu 10 günün neredeyse yarısı hafta sonu tatillerine denk getirildi). Başta Alternatif Bilişim Derneği (ABD), Linux Kullanıcıları Derneği (LKD), İnternet Teknolojileri Derneği (İNETD) ve Yaman Akdeniz, Kerem Altıparmak gibi uzman hukukçular olmak üzere bir çok kişi ve kuruluş görüş gönderdi. BTK bu görüşlerin değerlendirmeye alınıp alınmadığını, nihai kararın resmi olarak neye benzediğini açıklamaya tenezzül etmeden test sürecinin başladığını açıkladı. Bu açıklamayı da resmi olarak değil, BTK Başkanı’nın ağzından, şifahen yaptı. Şimdi, hukukçulara göre, resmi olarak ilkini ortadan kaldıran herhangi bir karar yayınlanmadığına göre, 22 Şubat tarihli resmi kararın yürürlüğe girmiş olması gerekiyor. BTK Başkanı Tayfun Acarer’e bakarsanız, taslak kararda sözü edilen test süreci başlamış bulunuyor! Bırakın öngördüğü işleyiş süreçleri hakkında şeffaf davranmayı, hukuken ciddi davranmayı bile beceremeyen bir kurumla karşı karşıyayız. Biz herhangi bir hukuk devletinde olması gerektiği gibi, milyonlarca internet kullanıcısını ilgilendiren bir konuda, hukuki, resmi, açık seçik ve gerekçeli bir şekilde yayınlanmış bir karar görmek istiyoruz. Kurum başkanlarının ve bir takım bürokratların şifahi açıklamaları kimseyi tatmin etmiyor ve etmek zorunda da değil... Yani evet, durum fena halde müphem. Neyi nasıl kimin test ettiğini bile bilmiyoruz. Kamuoyunda infial yaratan ve ciddi bir şekilde protesto edilmiş bulunan, uluslararası kuruluşların kınadığı ilk kararlarını aylarca cengaverler gibi savunduktan sonra niçin böyle bir değişikliğe gidildiğini açıklamak da kurumun görevidir. Ciddi hukuk devletlerinde böyle yapılır. Sonuçta internet bu bürokratların babalarının malı değil. Vergilerimizi harcayarak, bizi temsil edenlerin atamalarıyla bir takım işler yapıyorlar. Açık, şeffaf ve hesap verebilir olmalarını beklemek en doğal hakkımız.


A. - 22 Ağustos’ta yeni durumun denemesine geçildiğini öğrendik; bu aradan geçen kısa zamandaki gözlemleriniz nasıldır? Genel olarak mekanizma nasıl işliyor?

Ö.U. - Anlaşıldığı kadarıyla, internet hizmet sağlayıcıları BTK’nın öngördüğü merkezi filtre sisteminin denemelerini yapıyorlar 22 Ağustos’tan beri. Hemen hemen tüm internet kullanıcılarını etkilediği anlaşılan, sosyal medyada çok sayıda kişinin yakındığı genel bir yavaşlama, internet kesintileri dışında henüz bir şeye tanık olmadık. Zaten olmamız da gerekmiyor. Çünkü sistem henüz kullanıcılar düzeyinde değil, işletmeciler düzeyinde test ediliyor. Filtre sisteminin gerek içeriği gerekse teknik işleyişi konusunda çok sayıda kuşku var, ama süreç şeffaf olmadığı için henüz hiç bir şey bilmiyoruz. Sadece duyumlarımız var. Endişe verici duyumlar. Bu arada BTK’nın taslak kararında “filtre” sözcüğünün hiç geçmemesi de ilginç. Bir “güvenli internet”tir tutturmuşlar. Bu terim internetin güvenli kullanımını, yani ağ saldırılarından, virüslerden, solucanlardan vb. Korunan güvenli interneti çağrıştırıyor, ama BTK’nın lügatında “güvenli internet”, “sansürlü internet” veya “sınırlı internet” anlamına geliyor. Şubattan bu yana halkla ilişkiler konusunda bir kaç şey öğrenmişler anlaşılan. Ama bir iletişim profesyoneli, sözcükleri saklayarak anlamlarından kaçamayacaklarını söylemeli onlara. Sonuçta, ister dört ister iki profil öngörsünler, BTK’nın kafasındaki temiz internet, müphem bir tek tip ahlak dayatmasından başka bir şey değil. “Bizim çocuklar Google’da porno diye arıyorlar, bulduklarını engelliyoruz”, veya “toplantıda sunum yaparken birden bire porno çıkıyor” diyen bürokratların yönettiği bir kurumdan bekleneceği üzere, engellemeye çalıştıkları öncelikle porno siteler. Ama “porno”nun, daha doğrusu “müstehcen”in bizim hukuk sistemimizdeki anlamı son derece belirsiz ve keyfe göre yorumlanabilecek bir şey olduğundan, bu porno tanımına dünyaca ünlü yazarların klasikleri, gay-lezbiyen grupların iletişim platformları, cinsel hastalıklarla ilgili bilgilendirme siteleri, milyonlarca dolara satılan çağdaş sanat örnekleri vb. de giriveriyor. 2007’de çıkartılan 5651 sayılı internet sansür yasası uyarınca BTK bünyesinde kurulmuş Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) zaten bir tür “muzır kurulu” gibi çalışıyor. Bu arada sadece kafalarındaki porno tanımına uyan siteleri engellemekle kalmıyorlar. Çok sayıda politik aktivizm platformu, muhalif site, alternatif medya yayını da onlar için “tehlikeli” kategorisine giriyor ve hukuksuz, yani keyfi bir biçimde bunları da engelleyiveriyorlar. 2008’den beri BTK ve TİB tarafından merkezi bir biçimde internet kafelere dayatılan filtre sistemlerinin içeriği geçtiğimiz aylarda sızdı. Aralarında hakkında herhangi bir yargı kararı bulunmayan, tümüyle yasal çok sayıda muhalif yayının da bulunduğunu dehşetle fark ettik. Yani merkezi filtre sistemi devlete hukuksuz bir biçimde sansürleme imkanı tanıyor. İşte bu yüzden devlet eliyle merkezi filtre uygulamasının her durumda sansür olduğunu düşünüyoruz. 22 Kasım’dan sonra da söz konusu iki profili seçenlere farklı davranacaklarını düşünmek için bir neden yok. Kafalarındaki “temiz aile” profili neyse, ona göre canlarının çektiğini engelleyecekleri bir sınırlı internet yaratacaklar.


A. - Bazı haberlerde sansürün hafifletildiğini, isteyenin eski sistemde devam edebileceğini okuduk. Sansürle, bu filtrelerle hiç muhatap olmadan interneti kullanmaya devam edebilecek miyiz?

Ö.U. Gerek Anadolu Ajansı çıkışlı bazı haberlerde, gerekse BTK Başkanı Tayfun Acarer’in şifahen açıklamalarında, ısrarla, yeni durumda sadece aile ve çocuk profili olacağını ve sadece isteyenlerin bu profili kullanacaklarını, profil seçmeyenlerin eskisi gibi internete girmeye devam edeceklerini söylüyorlar. Bu arada Sayın Acarer bir adım daha ileri giderek bir önceki kararı “sansür” diye niteleyenlerin “pardon” demesi gerektiğini de söylüyor. Biz Sayın Acarer’e “pardon” demek istiyoruz, ama sonunda bir soru işaretiyle... Madem bir önceki kararları sansür değildi ve öyle olmadığını aylarca savundular, o halde niçin kararlarını değiştirdiler ve herkesi merkezi bir şekilde bir profile sokmak ısrarından vaz geçtiler? Sayın Acarer, sorumlu bir yönetici olarak önce bu soruya cevap vermelidir. Bu geri adımın arkasında ciddi kamuoyu baskısının, sokak protestolarının, demokratik zorun ve uluslararası toplumun tepkisinin bulunup bulunmadığını açıklamalıdır. Daha sonra, hukuki geçerliliği olup olmadığı bile belli olmayan bu yeni taslak kararlarına yönelik olarak getirilen eleştirileri yanıtlamaya başlamalıdır. Madem ki kamuoyundan görüş istediler, o halde görüşlere cevap vermeye zahmet etmeliler, öyle değil mi? Gelelim, 22 Kasım’dan sonra bir şeyin değişip değişmeyeceğine... 22 Şubat kararında en fazla tepki toplayan iki konu vardı:

1) İnterneti sadece yurt içinde barındırılan içeriğe mahkum eden, yani küresel internetin doğasına aykırı Yurtiçi Profili; ve

2) Herhangi bir filtre profili seçmediği halde zorla Standart Profil adında bir sisteme dahil edilen, internet davranışları fişlenecek, ancak yine de hali hazırdaki ağır sansürlü internetimize girmeye çalışacak internet kullanıcılarının durumu...

Yeni taslak karar bu iki profili kaldırıyor. Ama, acaba öyle mi? İçeriğini devlet eliyle hazırladığınız, merkezi olarak uyguladığınız bir filtre sistemini işletebilmek için, yine merkezi bir sisteme ihtiyaç duyarsınız. Bu tip filtre sistemlerini dayatan Çin ve İran gibi ülkeler böyle yapıyorlar. Bunun için de, giderek daha çok ağır mahremiyet ihlalleriyle anılan DPI (Deep Packet Inspection) gibi ağ denetim, gözetim ve dinleme teknolojilerinden yararlanırsınız. BTK’nın iki yıldır, “Ulusal Network İzleme Merkezi” (UNİM) adı altında bir proje yürüttüğünü ve bu projede DPI başta olmak üzere çeşitli ağ dinleme ve kontrol teknolojilerini kullanmayı planladığını biliyoruz. Hukuksuz dinleme, gözetleme ve fişleme skandallarının gündelik olay sayıldığı bir ülkede yaşıyoruz.

Şimdi, ben bütün bu bilgilerden sonra, sırf yeni kararda “standart profil” sözcükleri yer almıyor diye, hepimizin bir arayüzden geçirilerek internet davranışlarımızın fişlenmeyeceğine ne diye inanayım? Karşımda hukukun üstünlüğü gereği şeffaf, sorumlu ve hesap verebilir bir kurum olsaydı, inanırdım. Ama BTK ve TİB iki yıldır daha kaç tane siteyi neden engellediği bilgisini bile kamuoyu ile paylaşmaktan kaçınıyor. Üstelik bilgi edinme hakkı uyarınca usulüne göre yapılmış başvurulara rağmen (Bu konuda TİB’e karşı açılmış bir dava halen sürüyor). Şimdi biz internet kullanıcılarının mahremiyetini hukuksuz bir biçimde ihlal edip etmediğini mi açıklayacak? 22 Kasım’da yürürlüğe girecek filtre sistemlerinin içeriğinin paylaşılmayacağı da açıkça belirtilmiş kararda. İşin bir başka boyutu daha var: Bugüne kadar başta 5651 sayılı yasa uyarınca sansürlenen siteler olmak üzere hemen hemen bütün engellemeler “çocuğun ve ailenin korunması” ile açıklanıyordu. Şimdi madem merkezi filtreleriyle ve gönüllü başvurularla koruyacaklar çocukları ve kafalarındaki aile profilini, o halde 60.000’den fazla site bu profillere girmeyen kullanıcılar için neden hala sansürlü kalıyor? Madem böyle dahiyane bir çözüm buldular, kaldırsınlar o zaman sansürü “terbiyesiz” yetişkinler için... Ama elbette bu konuda da tıs yok. Filtre istemeyen “eskisi gibi” girecekmiş internete. Ama o internet zaten ağır bir biçimde sansürlü!


A. - Siz filtre uygulamasının gerekçelerini mantıklı buluyor musunuz? Neyin, hangi içeriğin sansürleneceği kısmı yeterince açık mıdır? Kimler karar verecek buna? Bu iş dünyada nasıl yapılıyor?

Ö.U. - Merkezi filtre uygulamasının gerekçelerini hiç bir biçimde mantıklı bulmuyorum. İçeriği devlet tarafından hazırlanan, yine devlet eliyle merkezi bir biçimde uygulanan her filtre sistemi benim için sansürdür. Sadece benim için değil, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) nezdinde de sansürdür. Bu saydığım mevzuatın her birinde devlet olarak imzamız bulunuyor vesöz konusu hakların korunmasını başta anayasa olmak üzere iç hukukunuza uyarlamakla yükümlüyüz. Önce Birleşmiş Milletler, Sonra da Avrupa Parlamentosu internet erişimini üçüncü kuşak bir insan hakkı olarak tanıdı ve sözleşmelerine ekledi. İlgili raporlarda devletin dayattığı merkezi filtrelemenin sansür olduğu açıkça belirtiliyor. AGİT, geçtiğimiz Temmuz’da yayınlanan bir raporunda, Türkiye’yi organizasyona üye 56 ülke içinde “devlet eliyle merkezi internet filtrelemesine kalkışan ilk ve tek ülke” olarak niteleyerek kınadı. Dolayısıyla BTK’nın 22 Şubat kararı, Sayın Acarer’e “pardon?” yaparcasına uluslararası toplum tarafından “ağır sansür” olarak tescillenmiş bir karardı. Yeni ve yürürlükte olup olmadığı meçhul kararlarında sadece iki profilin isteğe bağlı olarak konumlanmış olması da durumu pek değiştirmiyor, sadece biraz hafifletiyor. Devlet hala filtre içeriğini kendisi belirlemekte ve merkezi olarak uygulamakta diretiyor. BTK’nın yeni kararında sansür olarak nitelenebilecek bir başka boyut daha var. Bu sistemde abonelik sahibi, çocukların yanı sıra hanedeki diğer yetişkinlerin de internet erişimini tamamen denetleyebilecek. Kararı abone verecek, sansürün içeriğini ise devlet belirleyecek. Bu da kısmi ve örtülü bir sansürdür. Ayrıca ticari kaygılarla BTK’nın kara listesine girmemek ve beyaz listesinde yer almak için içerik üreticiler oto sansür uygulayacaklar. Devlet eliyle merkezi filtre hak ve özgürlükler ile ilgili apaçık bir ihlaldir... Dünyada filtre uygulayan çok sayıda ülke var. Ama Çin, İran ve Suudi Arabistan dışında hiç bir ülkede bu filtre içerikleri devlet tarafından belirlenmiyor. Filtre sistemleri internetin kendisi gibi dinamik olmak zorunda. Bunun için yeni teknoloji, akıllı tanıma sistemleriyle donatılmış yazılımlar kullanılıyor, filtre içeriklerini elle girmek zaten abesle iştigal. Kullanılan bu profesyonel yazılımların içeriği de şeffaf ve sivil toplum kuruluşları tarafından sansür kaygısıyla sıkı bir biçimde denetleniyor. Dünya filtreyi böyle uyguluyor. Bizimkiler, “filtre içeriğini ben yaparım, hangi siteleri engellediğimi sana söylemem, beyaz listeme girmek için bana başvurup benden icazet alırsın, kimseye sormadan her türlü uygulamamda da değişiklik yaparım” diyorlar. Bunu diyen ülkeler belli: Çin ve Büyük Ateş Duvarı, İran ve “Helal İnternet”i, Suudi Arabistan ve sıkı denetimi... Üstelik işin ironik bir yanı da var: Bu saydığım ülkeler bile interneti denetlemekte giderek daha az başarılı oluyorlar. Bugüne kadar yüzde yüz başarılı bir filtre programı görülmemiştir ve bundan sonra da görülmeyecektir. Ebeveynlerinin tersine internetin içine doğmuş yeni kuşaklar bu sistemleri aşmayı bileceklerdir. Ebeveynler de BTK’nın filtresine güvenip çocuklarını başı boş bırakırlarsa, işte asıl tehlike o zaman ortaya çıkacaktır. BTK filtresinin garantisini verebiliyor mu? Ortaya çıkabilecek zararların hesabını nasıl verecek? Benim de küçük bir kızım var ve asla onu BTK’ya güvenip de internete başıboş salmam. Çocuklarını korumak ailelerin sorumluluğundadır, BTK’nın değil. Bu konuda katkıda bulunmak istiyorsa, BTK hepimizin vergilerinden toplayıp yarattığı ve zahmet edip de nereye harcadığını söylemediği “Evrensel Hizmet Fonu”ndan bir kaynak ayırır, internet hizmet sağlayıcılara aktarır, onlar da hali hazırda zaten sundukları akıllı tanıma sistemli profesyonel uygulamaları isteyenlere ücretsiz sunarlar ve çocuklar da BTK’nın bürokrat kurullarının elle yapacağı kadük filtreleme sitemlerine kıyasla çok daha iyi korunur. Çocukları internetin zararından korumak teknik değil sosyal bir konudur, bir bilinçlenme mevzusudur. Öncelikle ailelerin eğitilmesi gerekir. Dolayısıyla BTK aynı fondan kaynak ayırıp ailelere yönelik eğitim programları başlatabilir ve buna sivil toplum da akademisyenler de seve seve destek verir. Ama kafada otokratik bir tek tip aile ve sansür gibi kullanışlı bir iktidar aygıtı varken bu dediklerimi yapmaları zor tabii. Ama bilsinler ki, sene 2011 ve sansür artık eskisi kadar kullanışlı bir aygıt değil. İnternet ise doğası gereği küresel, açık, sınırsız, etkileşimli ve gayrimerkezi...


Bu ropörtajı beğenenler buraya da imza attılar: Türkiye: İnternet sansürüne hayır!