BTK, filtre uygulamasında istediği kamuoyu
desteğini alabilmiş değil, internet kullanıcıları içinde filtre seçenlerin
oranı hala çok düşük, kendilerinin de itiraf ettiği gibi sansür kaygısı bunda
güçlü bir rol oynuyor, bu yüzden de uygulamaya demokratik bir kılıf geçirerek
meşrulaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Buna,
umutsuz PR operasyonları ve açık dezenformasyon da dahil!
Dr. Özgür
Uçkan
İstanbul Bilgi
Üniversitesi
Alternatif
Bilişim Derneği
BThaber’in
850. Sayısında (19 – 25 Aralık 2011), Yusuf Çağlayan imzasıyla bir haber
yayınlandı: “AB, güvenli internette Türkiye modeline geçiyor”.
“Güvenli internet” uygulamasının bu kadar yoğun tartışıldığı, sansür olarak görüldüğü
için tepki çektiği bir ortamda, böyle bir başlığın ne anlama geldiğini
kestirmek zor değil: Fazlasıyla cüretkar bir PR operasyonu... Demek ki durum
oldukça umutsuz.
Bilgi
Teknolojileri Kurumu’nun (BTK) 22 Şubat’da kendi kendini yetkilendirerek hukuksuz
bir biçimde aldığı devlet eliyle merkezi filtre uygulama kararı, bilindiği
gibi, on binlerin sokaklara döküldüğü yoğun protestolar, kamuoyu baskısı ve
uluslararası kınamalar sonucunda geri çekilmişti. BTK, filtre seçeneklerini
ikiye indirip seçimlik hale getirerek, ama sansürlenecek / engellenecek
sitelerin listesin, kendisi oluşturmakta ve bunları merkezi bir biçimde
dayatmakta ısrar ederek yeni bir karar çıkardı ve 22 Kasım’da yürürlüğe soktu
(Karar ile ilgili değerlendirmeler için tıklayın: http://www.alternatifbilisim.org/wiki/BTK_4_A%C4%9Fustos_2011_G%C3%BCvenli_%C4%B0nternet_Hizmetine_%C4%B0li%C5%9Fkin_Usul_ve_esaslar_Tasla%C4%9F%C4%B1_De%C4%9Ferlendirmesi
ve http://www.alternatifbilisim.org/wiki/Neden_Filtre_%C4%B0stemiyoruz).
Devlet eliyle merkezi filtre uyguladığı için internet sansürü olmaktan
kurtulamayan ve yanıltıcı bir biçimde “Güvenli İnternet” olarak adlandırılan bu
uygulamaya karşı, bilindiği gibi Alternatif Bilişim Derneği, 4 Kasım 2011’de
Danıştay’da iptal davası açtı (http://www.alternatifbilisim.org/wiki/BTK_Filtre_Uygulamas%C4%B1_Dan%C4%B1%C5%9Ftay_Davas%C4%B1_Bas%C4%B1n_Bildirisi).
Bu
uygulamanın seçimlik yanılsaması yaratarak aslında seçme özgürlüğüne darbe
vurduğu ve özünde bir internet sansür uygulaması olduğu görüşü, öncelikle
filtre içeriklerinin devlet eliyle hazırlanması, bu içeriklerin şeffaf bir
biçimde kamuoyu ile paylaşılmaması ve uygulamanın merkezi bir sistem internet
hizmet sağlayıcılara dayatılarak uygulanması olgusuna dayanıyor. Bu durumu “Seçmeközgürlük müdür?” adlı ve yine BThaber’de yayınlanan yazımda şöyle özetlemiştim:
“Elbette
bu uygulamanın güvenlik”le ilgisi yok, çünkü bu filtreler bizleri spam’den,
kötü amaçlı yazılımdan, dolandırıcılıktan falan korumuyor, sadece bazı sitelere
girmemizi engelliyor. İlgili kararda “filtre” sözcüğünün “liste” sözcüğüyle
değiştirilmesi de bu durumu değiştirmiyor elbette. (...) Filtre uygulaması
“seçmek özgürlüktür” sloganı ile tanıtılıyor. (...) Seçmenin özgürlük olması
için seçeneklerinizin gerçek olması gerekir. Ama filtre uygulaması sonrası
aslında birbirine çok benzediği için seçenek olmayan göstermelik seçenekleriniz
var. Ya çocuk profilini seçip sadece BTK’nın hangi bilgi birikimiyle
hazırladığı ve içeriği belli olmayan bir “beyaz liste”ye erişeceksiniz; ya aile
profilini seçip yine nasıl hazırlandığı belli olmayan bir “kara liste”ye
erişemeyeceksiniz, bu arada ilk gün gördüğümüz gibi iç çamaşırı sitesinden
mizah sitesine çok geniş bir içeriğe de erişemeyeceksiniz; ya da bu paketlerden
hiç birini seçmeyip hali hazırda 60 binden fazla sitenin engellendiği ağır bir
biçimde sansürlenmiş internetinizi kullanmaya devam edeceksiniz veya siz öyle
zannedeceksiniz... Çünkü aslında seçmediğiniz bir “standart” profile dahil
edileceksiniz. Devlet eliyle merkezi olarak filtre uyguluyorsanız, tüm internet
servis sağlayıcılarına genel bir sistem dayatmak zorundasınız. Yani ilgili
paketleri ve standart kullanıcıyı birbirlerinden ayırarak internet erişimini
denetleyecek bir sistem. İster filtreli internet kullansın ister kullanmasın
ülkedeki tüm internet kullanıcıları aynı sistemden geçerek internete erişecek.
Bu sistem, tüm internet kullanımımızı takip edip denetleyebilecek bir sistem
olmak zorunda. Bundan sonra filtre dışında kalan erişim engellemeler de
standart liste üzerinden ve bu sistem aracılığıyla yapılacak ve bu arada
engellemeyi aşmaya yarayan VPN, DNS değiştirme, proxy kullanımı gibi yasal
hizmetler de engellenebilecek. Şimdi böyle bakınca ne kadar “seçme özgürlüğü”ne
sahip olduğumuz görülüyor. Ben bana dayatılan seçenekleri değil bilgiye erişme
özgürlüğümü seçiyorum... ”.
Şimdi
böyle bir uygulamanın, AB tarafından örnek alınıp da topluca “Türkiye Modeli”ne
geçtiğini iddia etmek ne kadar mantıklı, ona bir bakalım. Bu yakıştırmanın
yapılmasının nedeni, ilgili haberd e de söz konusu edildiği gibi, Avrupa Komisyonu’nun, çocukların interneti
daha güvenli bir şekilde kullanmalarının sağlanması için aralarında
Microsoft’tan Facebook’a ilgili şirketlerin de bulunduğu geniş katılımlı bir
toplantıda bir eylem planı üzerinde çalışmaya başlamış olmaları. Plan özellikle
çocukların cinsel istismarı ve çocuk pornografisi ile ilgili. Planın önceliği
odağın ebeveyn kontrolü ve çocukların eğitimi / bilinçlendirilmesi üzerine
kurulması. İlgili yazıda bazı benzerlikler sıralanmış: Çocuk pornografisi ihbar
mekanizmaları bizim ihbarweb uygulamasına benzetilmiş. Oysa bu tür ihbar
mekanizmaları epeydir var AB’de ve sadece çocuk pornografisi ile ilgili;
bizdeki gibi muteber vatandaşların “hassas” olduğu herhangi bir içeriği ihbar
edebileceği bir uygulama değil. Yaşa uygun filtre seçenekleri bizdeki çocuk ve
aile paketlerine benzetilmiş; ama kimse Amerika’yı yeniden keşfetmediği için
yaş seçenekleri zaten her eli yüzü düzgün filtre uygulamasında bulunuyor.
Planın
hiç bir yerinde “devletler kamuoylarından gizli bir biçimde sansür listeleri
oluştursun, sonra da bu listeleri zorla internet servis ağlayıcılara dayatsın
ve merkezi sistemler kurarak bu filtreleri uygulasın” tarzında bir durum yok! Tam
tersine, Türkiye’de devlet eliyle merkezi filtre uygulaması başta Avrupa Güvenlik
ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) olmak üzere bir çok AB kuruluşu tarafından mahkum
edilmiş durumda (AGİT raporuna şuradan ulaşılabilir: http://www.osce.org/fom/80723).
Türkiye’deki
filtre uygulamasını sansür haline getiren ve AGİT tarafından kınanan yaklaşım,
filtrenin merkezi bir biçimde uygulanması ve filtre içeriğinin devlet eliyle
oluşturulması. Türkiye AGİT’e üye 56 ülke içerisinde bunu yapan ilk ve tek
ülke. AB üyesi ülkelerin anayasaları böyle bir yetki aşımını ifade özgürlüğüne
saldırı olarak yorumladığı için de tek ülke olarak kalacak. Avrupa’nın hiç bir
ülkesinde buna benzer bir uygulama yok. Hiç bir AB üyesi
ülkenin ne anayasası ne de tabi oldukları ulusüstü sözleşmeler bizdeki gibi bir
sansür uygulamasına izin vermez zaten. Avrupa Komisyonu’nun çalışması ise,
filtrenin sektör eliyle geliştirilmesi ve ebeveyn kontrolünde uygulanması
temeline dayanıyor. Yani bizde olduğu gibi BTK gibi bir kurum yetkisini
hukuksuz bir biçimde aşarak keyfi sansür listeleri hazırlayıp tek bir merkezden
uygulamıyor. Dahası Avrupa Komisyonu’nun çalışması, sadece çocuk istismarı ve
çocuk pornografisi ile ilgili; bizde olduğu gibi devlet ideolojisi halinde tek
tip ahlak, tek tip aile, tek tip çocuk anlayışı dayatılmıyor, daha politik
içeriklere varana kadar ilgili ilgisiz her türlü içerik keyfi bir biçimde
sansürlenmiyor.
Söz
konusu haberin sonlarına doğru, Avrupa’nın sansürlü internette “Türkiye
Modeli”ne geçmesini BTK’nın “temenni ettiğini” anlıyoruz! Bizdeki uygulama “AB eylem
planına model oluşturabilir”miş! Oysa başlığa bakarsak, AB “Türkiye Modeli”ne
geçiyor!
AB,
1996’dan beri çocuk pornografisini engellemeye çalışıyor. Fakat çocukları sözde
zararlı içeriklerden korumak için BTK tipi filtre kullanımının devletler tarafından
yapılması veya bunun merkezileşmesi konusunda bir konsensüs hiç bir zaman
oluşmadı. Bu konuyu da içeren Avrupa Siber Suçlar Konvansiyonu’nu bizimkiler
daha yeni imzaladı (Konvansiyonun bir başka özelliği olan nefret suçlarıyla,
ırkçılıkla mücadele bir kenara bizde nefret suçu özendiriliyor). Yıllarca çocuk
pornografisi konusunda Türkiye etkili bir uluslararası işbirliği geliştiremedi.
On yıl önce imzalanmış Çocuk Hakları Sözleşmesi hala iç hukukumuza uyarlanmadı.
Bu ülkede çocuk istismarı internetin dışında, gerçek hayatta, hatta devletin
koruması altındaki yurtlarda sıradan olay haline geldi. Çocuk tecavüzcüleri
serbest bırakılıyor. 600 binden fazla çocuğum emeği sömürülüyor. O yüzden
AB’nin çocuk istismarı konusunda model olarak alacağı en son ülke olabilir
Türkiye.
Filtre
kullanılsın ya da teşvik edilsin denilmesi başka Türkiye modelinin düşünülmesi
başka. Türkiye bu konuda AB’ye falan model olamaz. Türkiye’nin geliştirdiği
filtre-sansür modeli hiç bir AB ülkesinde kabul görmez.
O
zaman ne diye böyle bir yakıştırma yapılıyor ve sanki bu tür bir şey
gerçekleşmiş gibi, başlıkta “AB, güvenli internette Türkiye modeline geçiyor”
deniliyor? Nedeni basit. Çünkü BTK, filtre uygulamasında istediği kamuoyu
desteğini alabilmiş değil, internet kullanıcıları içinde filtre seçenlerin
oranı hala çok düşük, kendilerinin de itiraf ettiği gibi sansür kaygısı bunda
güçlü bir rol oynuyor, bu yüzden de uygulamaya demokratik bir kılıf geçirerek
meşrulaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Buna, bu örnekte görüldüğü gibi
umutsuz PR operasyonları ve açık dezenformasyon da dahil!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder